Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

Zeki ORDU


KAVGASIZ TAKSİM

KAVGASIZ TAKSİM


    Eski bir “fenci” olarak kuşların, canlılar arasında göze en güzel görünen sınıfını teşkil etmekte olduğunu söyleyebilirim. Bu benim şahsi fikrim.  Bazılarına göre balıklar bu sınıfa dâhil edilmektedir.
    Kuş denildiğinde akla ilk gelen tür ise serçelerdir. Bir yumurtadan az büyük olan serçeler ve aynı büyüklükte olan diğer kuşlar gerçekten sevimli canlılardır. 
    Her canlının; solunum, boşaltım, dolaşım yapma,  hareket etme ve üreme gibi birçok ortak özellikleri vardır. Bunlar canlılık alametlerindendir. 
    …
    Bir yaz günü bir minibüsün altında bulunan ekmek kırıntılarını yiyen bir kuşu yakından seyrediyordum. Bir süre sonra başka bir kuş daha oraya doğru uçarak kondu ve ekmek kırıntılarını o yemeye başladı. Daha önceki kuş biraz geri çekildi.     
    Ben daha önce bulunan kuşu diğerinden korktu diye düşünürken bir zaman sonra o tekrar ekmek kırıntılarına doğru hamletti. Bu sefer sonradan gelen kuş geri durdu.
    Kuşların bu nöbetleşe beslenmeleri dikkatimi çekti. Yaklaşık 40 yıl fen derslerinde kuşlar hakkında bilgi veren ben, hayatın içinde kitapta yazılı olmayan bir şey daha öğrenmiş oldum. Sıcak bir yaz gününde birbirleriyle kavga etmeden, bulunan yiyeceği belirli aralıklarla yemeye çalıştılar. 
    Ben bu durumu hayret, şaşkınlık ve dikkatle seyrederken; otomobilin yanından geçen bir insandan ürkerek bulundukları yerden uçarak uzaklaştılar. Korktukları canlı insandı. Hâlbuki sadece oradan geçiyordu ve kuşlara bir zararı dokunmayacaktı.
    Hayvanlarda “şuuraltı” diye bir şey var mı bilmem ama kuşlar belki de insanoğlunu “Potansiyel tehlike” olarak görmüş olmalı ki; yiyeceklerini kavgasız paylaşırken, bir insanın gölgesinden bile korktular.
    Ben vaziyeti seyrederken bir yandan da olanları düşünüyordum. Keşke insanlar da o kuşlar gibi olsa. Dünya nimetlerini kavgasız, silahsız paylaşabilseler. 
    Kuşlar bulundukları yerden uçup gittiler. Oradan geçen insanlar da birkaç saniye sonra araba hizasını terk ettiler.     
    
    Daha sonra da “homurtulu” bir sesle araba hareket etti. Geride daha önce kaç canlının kâh kavga ederek, kâh kardeşçe paylaşarak yemeye çalıştığı ekmek kırıntıları kaldı. 
    Ben hala vaziyeti anlamaya çabalıyordum. Arabanın bulunduğu yer küçük bir âlemdi. Orada bulunan böcekler, kuşlar, insanlar ve cansız varlıklar küçücük âlemin bir parçasıydı. Ve o âlem bir zaman sonra orada bulunanlarla birlikte yok oldu. 
    Ardından tamamen yenilememiş ve kim bilir uğruna nasıl kavgaların edildiği, mücadelelerin verildiği nimetler kaldı.  
    Gerçek dünya da öyle değil miydi?
    Diğer tarafa neleri götürüyoruz acaba?
    Ve uğruna kavgalar ettiğimiz ne varsa ne kadarına sahip olabiliyoruz?
    Beden gider, nam kalır dünyada. Nasıl bir nam bırakacağımız da bize bağlı. Diğer taraf mı? Orası benim konum değil. Vardır bu hususta da birkaç kelam edecek olan.