Köyümüzün en renkli simalarındandı. Eskilerin tabiriyle nev-i şahsına münhasırdı. Yani kendisinden başkasına benzemezdi. Sadece kendisine benzerdi.
Herkesin takdir ettiği özellikleri vardı. Seveni sevmeyeninden çoktu. Ölüm ona çok uzak görünüyordu. Kimse ölümü ona yakıştıramıyordu. Her şey yalan ölüm gerçek diyorlar. Elhak doğruymuş.
Ölüm gerçeği herkes gibi sonunda onu da buldu. Ani bir şekilde Hakk´ın rahmetine kavuştu. Herkes onu Kebir diye tanır ve bilirdi. Yaşına göre kimisi Kebir Emmi, kimisi de Kebir Dayı derdi. Tanıyanların tamamı gerçek isminin bu olduğunu zannederdi. Gerçek isminin Kebir değil de Ramadan olduğunu herkes gibi ben de daha yeni öğrendim. O, Kebir ismiyle anılmaktan hiç şikayetçi olmadı. Bu hususta kimseye en ufak bir sitemde dahi bulunmadı.
Vefatından üç ay öncesine kadar sapasağlamdı. Yetmiş üç yıllık ömründe hastayım, rahatsızım dediğine ben hiç şahit olmadım. Köyde bulunduğu zaman zarfında da hastalığına şahit olmadık. İstanbul´a çocuklarının yanına gitmişti. Zaman zaman rahatsız olduğuna dair haberler alıyorduk. Açıkçası böyle olduğuna pek ihtimal de vermiyorduk.
Kebir Emmi de neticede herkes gibi bir beşerdi. Bu toprağın ve bu kültürün insanıydı. Ortalama bir insan gibi hayat sürdü.
Yaş itibariyle benden bir hayli büyüktü. Rahmetli babamın emsaliydi. Buna rağmen bana akranı gibi davranırdı. Hareketleri içten ve samimiydi. Herkesle çok iyi anlaşırdı. Kibri, gururu olmazdı.
Bundan dört ay önce rahmetli anamın vefatında İstanbul´dan telefon etmiş, uzun uzun beni teselli ederek cenazede bulunamamaktan dolayı üzüntüsü ifade etmişti.
Kadere inancı tamdı. Telefonda : ? hep öleceğiz, bir gün ben de öleceğim, Allah, iman- Kur´an nasip etsin. ? demişti.
?Kadere iman eden, kederden emin olur.? hadisinin canlı örneği gibiydi.
Her konuda danışırdı. Kafasına bir şey takılsa, hele bu dini bir meseleyse güvendiği birisine, bir hocaya mutlaka sorardı. ?Niye böyle yaptın ? ? dediklerinde ?hocalara sordum, bana böyle dediler.? diye cevap verdi.
Tûl-i emel sahibi değildi. Yani bu dünyaya yönelik çok uzun ve ince hesapları yoktu. İşi akışına bırakmayı severdi.
Son on yıllık en büyük arzusu hacca gitmekti. Benim bildiğim hacca gitmek için on yıldır sıra bekliyordu. Hac kuralarını sabırsızlıkla bekler, çıkmayınca çok üzülür, haccın kendisine nasip olamamasından korkardı. Geçen yıl hanımıyla birlikte hac kurası çıkınca dünyalar onun olmuştu. En büyük arzusuna kavuşuyordu.
Hac dönüşü kendisini hususi ziyaret gittim. Kuş gibi hafiflemişti. Üzerinden büyük bir yük kalkmıştı. ?Hacılık nasip oldu ya, ölsem de gam yemem. Allah´a binlerce şükürler olsun. ? diyordu.
Birisine yardım etmeyi çok severdi. Yardımını da karşılıksız ve kendiliğinden yapardı. Birisinin teklif etmesini beklemezdi. Her cenazede hazır ve nazır bulunurdu. Her mezarı en son o düzeltirdi. Kocaman mezarlığında her kabirde emeği vardır.
Oğlum trafik kazası geçirdiğinde bana ilk teselli verenlerdendi. Bu süreçte beni alıp tâ Salıpazarı´nın tepelerine şifa aramaya götürmesini hala unutamam.
Kavga adamı değildi. Bilakis barış adamıydı. Münazaradan ve münakaşadan şiddetle kaçınırdı. Asla tartışmaya girmezdi. Yangına körükle gitmezdi. Olayları yatıştırmayı severdi.
Kendisine şaka yollu takılanlara hiç kızmazdı, gülüp geçerdi. Bu özelliğinden dolayı ?keşke biz de Kebir Emmi gibi olabilsek? diyen çok olurdu.
Her fani gibi o da kubbe de boş bir sada bırakarak aramızdan ayrıldı. Bize en azından bana unutulmaz hatıralar bıraktı.
O da bir beşerdi demiştim.
Beşerin beşere görevi hüsn-i şehadette bulunmaktır.
Ben aciz bir beşer olarak bütün samimiyetimle Kebir Emmi için hüsn-i şehadette bulunuyorum.
Varsa taksiratını Yüce Rabbim inşallah affedecektir.
Kendisine Allah´tan gani gani rahmet, ailesine ve sevenlerine de sabr-ı cemil diliyorum.