Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Selim EROĞLU


KELAM-I KADİM


Bir metni işlerken bilinmeyen kelimelerin manalarını vermek usuldendir.


Böyle yapılmasa metnin anlaşılması mümkün olmaz. Anlaşılmayan metin de bir şeye yaramaz.


Bir insanın düşüncesi kelime hazinesi kadardır. Bana kelime hazineni göster, sana neler ve nasıl düşündüğünü söyleyeyim desem yanlış söylemiş olmam.


Gencin biri,ünlü bir şaire : ?Üstad, çok güzel şiirler yazmak istiyorum ama ifade edecek kelime bulamıyorum? demiş. Şair de cevaben:
? Ne yazık ki şiir kelimelerle yazılıyor.? demiş.


Bugünün gençliği Safahat´ı anlamadığı için okumuyor. Niye ? Çünkü kendisine yabancı çok kelime var.


Lise son sınıfta masal konusunu işliyorduk. Masallar anonim halk edebiyatı ürünü olduğu için genelde dilleri sade ve anlaşılırdır. Bilinmeyen kelime pek bulunmaz. Bu bakımdan doğrudan metin tahliline geçilebilir.


Okuduğumuz masalda ?Kelam-ı Kadim? diye bir kelime geçiyordu. Ben, nasılsa İmam-Hatip öğrencilerinin tamamı bunu bilir diye üzerinde durmadım. Bir an metnin anlaşılmadığını hissettim. Bu sefer sınıfa kelimenin anlamını sordum. Bilen çıkmadı. ?Kur´an-ı Kerim´e halk arasında hürmeten ´Kelam-ı Kadim´ denir.? dedim. ?Hiç duymadık.? dediler. Duymamışlarsa suçlamaya gerek yok, duyurmak benim vazifem. Ben de vazifemi yerine getirdim.


Çocukluğumda dedem Kuran´a büyük hürmet gösterirdi. Kuran´a hürmetini uygulayarak gösterirdi. Hiçbir zaman Kuran demezdi. Sürekli Kelam-ı Kadim derdi. Manasını bildiğini de zannetmiyorum. İçinde Kelam-ı Kadim geçen birçok cümle kurardı. Biz,hemen Kuran´dan bahsettiğini anlardık. Doğrudan Kuran demeyi saygısızlık addederdi. Kelam-ı Kadim´e Kuran demeyi bir çocuğun babasına ismiyle seslenmesi gibi bir şey sayıyordu.
Sadece dedem mi ? Hayır. Köy yeri olmasına rağmen bütün akranları aynı anlayış içerisindeydi. Yeni neslin de böyle saygılı olmasını isterlerdi.
Bu aralarda Abdülhak Şinasi Hisar´ın ?Çamlıcadaki Eniştemiz? adlı hatıra kitabını okuyorum. Orada aynı hususa rastladım. Hayret ettim. Böyle davranmak bir İstanbul terbiye anlayışıymış.

Kitabın 31.sayfasında aynen şöyle yazıyor :
? Bir kere burada,asıl kıymetleri takdir olunan nefis yazıları,birçok Kuran´lar vardı. Bunlar mutlaka ? Kelam-ı Kadim?, ?Kuran-ı Kerim?, Mushaf-ı Şerif, ?Kuran-ı Azımüşşan?, Kelamullah, ?Kıtabullah? gibi ihtimam isimleriyle anılarak kimi atlas torbalar içine konmuş, kimi ipek mendillere sarılmış, kiminin üstüne âyet işlemeli kadife kılıflar geçirilmiş, hepsi de kimsenin elini sürmeğe hakkı olmadığı, yüksek yerlere konulmuştu. Hepsi de bozulmaz bir siyah mürekkeple, hâkkolunmuş gibi, parşömenleşmiş kağıtlara yazılmış, altın noktalar, benekler minyatür gibi çiçekler ve çizgilerle süslü, başlıkla, işaretlerle bezenmişti. Kimi pek büyük,kimi büyük, kimi orta,kimi küçük,kimi küçücük,kimi de miniminiydi.?
Bu anlayış bu ihtimam, bu kutsiyetle saygı İstanbul´uyla, Terme´siyle bizim kültürümüzün ortak öğesiydi.


Sevgi, saygıyla başlar.


Saygısı olmayanın sevgisi de olmaz.


Bugün kerli ferli adamlar bile pervasızca sıradan bir şeyden bahseder gibi Kuran diyor, Peygamber diyor. Akabinde hiçbir saygı kelimesi ilave etmiyor.


Sözde okumuş insanlar, ümmî dedemin ve akranlarının gösterdiği ihtiramı göstermiyor, gösteremiyor.


Toplumsal huzursuzluğumuzun sebeplerini biraz da buralarda aramak gerekir.


Kelam-ı Kadim´i bize miras bırakan dedemi rahmetle anıyorum.