Bugün, 27 Nisan 2024 Cumartesi

Mehmet TÜRKAN


KİŞİYE TALİHİN GÜLMESİ

KİŞİYE TALİHİN GÜLMESİ


    Sıkıntılı günler yaşadığımız, virüs korkusuyla evlere kapandığımız ve alış veriş merkezlerine hücum ettiğimiz bu günlerde biraz espri biraz da latife olsun diye tarihi bir talih hikâyesinden bahsetmek istiyorum.
Tarihte yaşanıldığına inanılan ama çoğu zaman gerçekliğinin ispatı mümkün olmayan olay ve yaşanmış hatıralar vardır. Bunlardan biri de Cihan Padişahı olan Kanuni Sultan Süleyman'ın Hürrem Sultan'dan olma kızı Mihrimah Sultan ile ilgilidir. Padişahların çocuklarının evliliği de çoğu zaman siyasi anlam taşıyan evliliklerdir. Mihrimah'ın evliliği de sanki böyle bir anlam taşıyor. Devletin kademelerinde hızla yükselmek, talihini, ikbalini yükseltmek isteyen üst düzey devlet görevlileri de saraya akraba olmak istemiştir. Bu da böyle bir hikâyedir.
Mihr-güneş, Mah- ay demektir. Yani Mihrimah ay ve güneş demektir. Padişah ay ve güneş kadar güzel olduğuna inandığı bu kızına bu adı vermiştir. Söylenene göre Mimar Sinan Mihrimah sultana âşıktır. Ona aşkını yaptığı eserleri ile anlatmak istemiş ama bu aşk hep platonik olarak kalmıştır.
Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama, aşkını, olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır. Üsküdar'a, Saray'ın isteğiyle Mihrimah Sultan Camii'nin temelini atar ve camiyi yaparken, eserine sanki “etekleri yerleri süpüren bir kadının” dış çizgilerini verir. Sonra ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı'da, pek kimselerin uğramadığı ıssız ama İstanbul'un en yüksek tepelerinden birine, Mihrimah Sultan'a ikinci bir eser yapmaya koyulur. Cami küçücüktür. Minaresi otuz sekiz metredir, bir adet incecik kubbesi üzerindeyse yüz 61 pencere, camiin iç güzelliğini aydınlatır. İçerdeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işlemeler Mihrimah Sultan'ın topuklarını döven saçlarını anımsatır insana.
Edirnekapı ve Üsküdar'daki camileri aynı anda görebileceğiniz bir yer seçip ve 21 Mart'ta, yani geceyle gündüzün eşit olduğu günde seyrettiğimizde Edirnekapı camiinin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar'daki camiinin ardından ay doğar. Yani Mih- güneş, mah- ay yani bir sanat şahikası olarak Sinan'ın aşkı belirir Mihrimah.
Mimar Sinan bu platonik aşk ile yana dursun Muhteşem Süleyman'ın muhteşem kızı Mihrimah Sultan'a bir talip daha çıkar: Diyarbakır Beylerbeyi Rüstem Paşa'nın Kanunî'ye damat olması, Cihan İmparatorluğu'nun ikinci adamlığı anlamına geldiği için; üst yönetim kadrolarında dedikodu kazanları kaynamaya başlar ve Paşa'nın cüzamlı olduğu haberi uydurulur. Bu dedikodu padişahın kulağına kadar gider. Peki, gerçekten öyle midir? Bundan emin olmanın tek yolu, Paşa'nın bir sağlık kontrolünden geçmesidir. Hemen bir doktor ekip hazırlanır Diyarbakır'a gönderilir. Haberin gelmesi gecikmez: Rüstem Paşa'nın çamaşırlarında bit (kehle) bulunmuştur!  Bunun üzerine paşaya saray yolu açılmıştır. Çünkü cüzzamlı insanlarda bit bulunmazmış.
Rüstem Paşa'nın çamaşırında bulunan kehle ona Mihrimah Sultan ile evlenme muradı ile birlikte saray ve ikinci adamlık yani vezir-i âzamlık yolunu açar. Uzun süre kudetli bir vezir-i âzam olarak Osmanlı İmparatorluğunu yönetir. Bu hikâye üzerine halk arasında bir atasözü gibi söylenen aşağıdaki beyit söylenir. Eğer Allah bir kuluna “Yürü ya kulum” diyecekse onun biti bile işe yarar denir. Gerçekte böyle bir olay olmuş mudur? Bunu bilemiyoruz. Ama bir espri bir latife olarak dillerde söylenmeye devam ediyor. Beyit şudur:
“Olacak ki bir kişinin bahtı kâvi tâlihi yâr,
Kehlesi dahi ânın mahallinde işe yarar!” (Ledri)
    (Bir kişinin talihi kendisine gülecekse, onun kehlesi (biti ) bile işe yarar.)
    Bu sıkıntılı günlerimizde bir latife olsun diye bu hikâyeyi anlatmış oldum. Selam ile…