Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

Seyfi GÜNAÇTI


Kuvata’dan Terme’ye

Kuvata’dan Terme’ye


Bundan tam 14 yıl önce öğretmen arkadaşım Mustafa Cemal Tomar ile ailece çıktığımız gezi sırasında uğramış ve ilk defa o zaman görmüştüm Alucra’yı. Hani eski adıyla El-Ücra denilen ilçemizi.

Terme gecelerinde sadece pike kullandığımız bir mevsimde Alucra’da üzerimize yorgan almadan yatamamıştık.

Şimdi ise Alucra bir araştırma dolayısıyla gündemimde.

Yedi yıl önce ‘Terme Bilgi Pınarı’ dergisindeki yazımda Doğu Karadeniz’den gelenleri işlemiştim. Bazı arkadaşların önerisi üzerine konuyu kitap haline getirmeye karar verdiğimde diğer il ve ilçelerden gelenleri de çalışmama dahil etme gereği duydum.

Terme’de çok sayıda Alucralı olduğunu biliyordum. Kişilerle görüşmelere başlarken “Ne zaman gelmişler, hangi köyden gelmişler, burada hangi işlerde çalışmışlar?” gibi kısa cevaplı sorularla konuyu geçiştirmeyi düşünüyordum. Lâkin kişileri dinlemeye başlayınca ilginç ve de duygusal hayat hikâyeleri ile karşılaştım. Onların yaşadıklarını hangi kelime ile ifade edeceğimi bilemiyorum.

Ben Alucralıların, uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Giresun’da sahile ulaşıp oradan batıya doğru gittiklerini ve önemli bir grubun Terme’ye geldiğini düşünüyordum. İdris Kulaç, “Dedem ilk olarak Tirebolu’da çalışmış” deyince şaşırdım.

Genelde bölgemizden göçler hep batı yönüne doğru olmuştur. Halil İbrahim Kulaç, batıya doğru gidecek yerde çalışmak amacıyla neden doğudaki bir ilçe olan Tirebolu’ya yönelmişti? Tirebolu’da ne gibi bir iş sahası vardı?

Onun ve diğer Alucralıların Tirebolu’ya gelişi, Haber Espiye’de şöyle anlatılıyor:

“100 yıl öncesi Alucra ilçesinin Tirebolu yaylalarına bakan köylerinden kalkıp göç etmişler buralara. “Tirebolu’nun taşı toprağı altın” misali gelip yerleşmişler önce Tirebolu’ya, sonra Espiye ve memleketin her tarafına…”

Buradan hareketle o yıllarda Tirebolu limanının işlek olduğunu ve yük taşıyacak işçilere ihtiyaç duyulduğunu anlıyoruz. Belki başka iş sahaları da vardı.

Alucralı’yı ve onun iş ahlâkını anlatan şu dizeler de dikkat çekici:

“Ha kutuplarda bir Eskimo genci / Ha Yeniköy’de bir Ekinci…

Ben bir garip Alucralıyım /Selim Ağa Çeşmesinin başında(1)

Çalıştım da kazandım / Haram yoktur kursağımda…”

Bu sözler, bir Alucralı’nın duyguları mı yoksa onları tanıyan bir kalem erbabının Alucralı’yı betimlemesi mi? Hangisi olursa olsun yukarıdaki dizelerden ben şu sonucu çıkardım:

“Alucralı; kalbi temiz, dürüst ve ekmeğini alnının teriyle kazanan kimsedir.”

Bu göç hikâyesinin beni etkileyen önemli bölümlerinden biri de şudur ki; Alucra’dan Giresun’a kadar yürüyerek 12 günde gelirlermiş. Haritaya baktım; Alucra-Giresun arası 140 km. “Yürüyerek de olsa bu yol bu kadar sürmemeli” diyecek oldum. “Hocam, sen normal yürüyüşe bakıyorsun. Onlar yatakları ve bazı eşyaları sırtlarında, çocukları yanlarında öyle yürüyorlar. Hem de yol, bugünkü yol değil; inişli çıkışlı patika yol” açıklamasında bulunuyor.

Doğrusu beni etkiledi. Alucra-Giresun arasını 12 günde yürüyerek kateden birisinden bu yolculuk hikâyesini dinlemek isterdim.

Alucra’dan oniki günde Giresun’a ulaşmayı başardılar da oradan Terme’ye nasıl geldiler? Terme’ye de deniz yoluyla yani motorlu tekne ile gelmişler. Herhalde o kadar mesafeyi “kayıkla geldim” diyecek kimse yoktur.

Peki Kuvata neresi?

Terme’deki Alucralılar genellikle Kavaklıdere (Civrişon), Yükselen(Hapu), Beylerce(Alevre), Aydınyayla(Görana) ve Demirözü(Eşgüne) köylerinden gelmişler. Kaledibi’ni de eklersek, işte bu köylerin bulunduğu yöreye Kuvata (veya Guvata) deniyor. Başka köylerden gelenler de olabilir.

Alucralıların Terme’deki hayatı da ayrı bir yazı konusu olacak niteliktedir. Onu da bir başka haftaya bırakalım.

(1) Selimağa Çeşmesi, Tirebolu merkezindeki tarihî çeşmenin adıdır. Alucra’dan çalışmaya gelenlere de Ekinci deniyormuş.