Bugün, 19 Nisan 2024 Cuma

Zeki ORDU


LİDYALILAR VE URARTULAR KİMLERİN ATASI

LİDYALILAR VE URARTULAR KİMLERİN ATASI


Kültürümüzde “Aslı hu, nesli hu” diye bir tabir vardır. Günümüz Türkçesi ile “Soydur çeker” diye de açıklanabilir. Kim bilir belki sabıka kaydı denilen şey böyle bulunmuştur.
Genetik ilmi soyaçekim ile ilgili çalışmalarla doludur. Nesilden nesle geçen “biyolojik” hastalıklara çare bulmak hedeflenmiştir. Gerçekten de “irsiyet” yani soyaçekim mühim bir şeydir.
Peki, kültürel açıdan da soya çekim olur mu?

“Kim bir kavme benzerse ondandır” hadis-i şerifini işin içine katmazsak; insanların sosyokültürel olarak kendine has bir hayat tarzı içinde olma isteği kaçınılmazdır. Kimi Avrupalı gibi yaşamak ister, kimi Amerikalı gibi.
Ancak milletlerin kendine has bazı özellikleri vardır. Burada başkası adına ahkâm kesmeye veya görüş bildirmeye bir hakkım olmasa da; kendime has düşündüklerimi yazabilirim. Çünkü kimseyi bağlamadığından tamamen “şahsi” bir durumdur. Nasıl olsa kimse bana “Niye öyle düşünüyorsun?” denmez.

Dedelerimiz Anadolu topraklarını yurt edindiği günden beri buralarda yaşıyoruz. Özellikle on dördüncü asırdan bu yana Anadolu Osmanlı coğrafyası ve daha sonra Osmanlı`nın bakiyesi durumunda elimizde kaldı. Özellikle Anadolu`nun Osmanlı dönemi tek tip bir hayat tarzı içindeydi ve “harici” olan her şey kültürümüz dışındaydı. Daha sonra Avrupa kültür ve medeniyeti cemiyet hayatımıza girmeye başlayınca başta musikimiz olmak üzere bedii zevklerimizde değişmeler oldu. Büyük Şair Yahya Kemal Beyatlı`nın “Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden” mısraı iki tarafın kültür farkını gözler önüne seriyordu.

Daha sonra yaşadığımız ülkede “Ezansız semler”de doğanlar oldu. Bu biraz sosyal bir durum, biraz da tercihti. İşin en acısı, ataları gibi olanların hor görüldüğü bir ülke haline gelmeye başladık. Necip Fazıl`ın “Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya” demesi belki böyle bir durum içindi.
Artık ihtiyar bir devdik!

Büyük üstatlardan Cemil Meriç bu durumu hazin bir şekilde dile getiriyor:
“İhtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu.

Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, `Ben Avrupalıyım` demeye başladı, `Asya bir cüzamlılar diyarıdır.`
Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara ve kulağına:

`Hayır delikanlı` diye fısıldadılar, `Sen bir-az gelişmişsin.`
Ve Hıristiyan Batı`nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir `nişân-ı zîşân` gibi gururla benimsedi aydınlarımız.”

Lidyalılar ve Urartular tam olarak kimlerin atası bilemem. Ancak hala daha o medeniyetlerin yaptıklarıyla övünenler varsa onlara sormak lazım. Biri Anadolu`nun batısında, diğeri Güneydoğu Anadolu sınırları içinde mesken tutmuşlar ve günümüzde sadece tarih kitaplarındaki adları kalmıştır. Şayet birileri çıkar da “Bak buralarda ne medeniyetler kuruldu” diye kendi biyolojik atalarının yaptıklarından daha fazla onları övmeye başlarlarsa; izahlarını da kendileri yaparlar sanırım.

Benim atalarım Malazgirt`ten bu yana bu toprakları yurt edinmiş. Ben de kendi atalarımı hataları ve sevaplarıyla seviyorum. İnancımız da aynı zaten. “Kişi sevdiği ile beraberdir” hadis-i şerifi mühim bir kibar-ı kelamdır.
Yazıyı Yahya Kemal Beyatlı`nın mısralarıyla hitama erdirelim:

Rûh arar başka tesellî her esen rüzgârda.
Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!