Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Selim EROĞLU


MEHMED ÂKİF ERSOY


Milli Şair veya Kur´an Şairi, Fikir ve Aksiyon Adamı, Veteriner, Müderris, Vaiz, Hafızı Kur´an, Kur´an Mütercimi, I. Meclis Milletvekili.

Annesi Buhara´dan Anadolu´ya geçmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanım; babası ise Kosova doğumlu, Fatih Camii medrese hocalarından Mehmet Tahir Efendi´dir.

İlk öğrenimini Fatih´te Emir Buhari Mahalle Mektebi´nde başladı. İki yıl sonra İptidai (ilkokul) bölümüne geçti ve babasından Arapça öğrenmeye başladı. Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiye´sinde başladı (1882). Aynı zamanda Fatih Camii´nde Farsça derslerini takip etti. Mehmet Âkif rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça,

Farsça ve Fransızca dillerinde hep birinci oldu.

Rüştiyeyi bitirdikten sonra 1885´te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi´ne kaydoldu. 1888´de okulun yüksek kısmına devam etmekte iken babasını kaybetti. Ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması aileyi yoksulluğa düşürdü. Babasının öğrencisi Mustafa Sıtkı aynı arsa üzerine küçük bir ev yaparak aileyi bu eve yerleştirdi.

Mehmet Âkif öncellikle meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak istediği için Mülkiye İdadisi´ni bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebine (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kaydoldu. Âkif´in bu yıllarda hayata yenik düşmesi gerekirken, Âkif derslerinin yanında güreş, yüzme, yürüme, koşma, taş atma, ata binme gibi sporlarda da önemli başarılara imza attı. Şiire olan ilgisi okulun son iki yılında arttı. Mektebin baytarlık bölümünü 1893 yılında birincilikle bitirdi.

Mehmet Âkif memuriyete başladıktan sonra 1894 yılında Tophane-i Âmire veznedarı Mehmed Emin Beyin kızı İsmet Hanım ile evlendi ve bu izdivacın ilk yılında Cemile adlı bir çocukları oldu. Cemile´den sonra, Feride ve Suad daha sonra da İbrahim Nedim, Emin ve Tahir adlı çocukları dünyaya gelen Âkif Ailesi, hayatlarının başında tattıkları saadet ve mutluluğu, tevekkül ve samimiyetleri sayesinde hayatlarının sonuna kadar taşıyabilen nadir ailelerden biri durumuna geldiler.

Âkif, iman ve heyecanın terennümü olan onlarca şiir yazdı. Bu şiirler dilden dile, gönülden gönüle yayıldıkça, vatanın her yerinde bir canlanma, milletin her ferdinde bir kımıldama görüldü ve Balkan Faciasının yaraları el birliği ile sarılmaya başladı.

Âkif, daha sonra geçici sükunetten faydalanarak Mısır seyahatine çıktı. Mısır´ın eski harabelerini ve tarihi yerlerini gezdi. Özellikle El-Uksur, çok dikkatini çekti ve El-Uksur´da şiirini yazdı.

Mısır´dan Medine´ye geçen şairin bu seyahati iki ay kadar sürdü ve daha sonra İstanbul´a döndü.

Alman İmparatoru Vilhelm´ in daveti üzerine oradaki Müslüman esirlerle görüşüp onları irşad etmek üzere Âkif´in Şeyh Salih Şerif Tunusi ile yaptığı Almanya seyahati, teşkilatın bu çalışmalarını yerinde gerçekleştirmişti.

Mehmet Âkif, 1914 yılında Berlin´e vardığı zaman kendisine büyük bir otelde geniş bir oda ayrıldı. Fakat o burada kalmayı kabul etmedi ve tren istasyonunun karşısındaki üçüncü sınıf bir otele yerleşirken de Almanya´nın tarihi boyunca hiçbir ferdin göremeyeceği fedakarlık ve fazilet örneği gösterdi. Âkif, Almanya´da ilk iş olarak İngilizlerle aynı safta bize karşı çarpışırken esir düşen Müslümanlarla görüştü, onlara Osmanlı Devletinin durumunu anlattı; hilali kurtarmak gayesi ile savaşa sürüldüklerini söyleyerek pişmanlıklarını ifade etmeleri karşısında; ?Bizim en büyük derdimiz cahil olmak. Bütün Müslüman aleminin başlıca derdi bu afet. Onu yenmedikçe hiçbir ciddi ve şerefli netice elde edilemez. Bence İslam´ın büyüklerinin yapacağı tek şey birer medeniyet ve irfan mücahidi hüviyeti içersinde diyar diyar gezmek irşad etmek? diyerek memleket için yapılması gereken ilk ve en önemli çalışmayı belirtti. Âkif, Almanya´dayken Çanakkale Savaşı bütün şiddetiyle devam ediyordu. Başka cephelerde de savaşın şiddeti Çanakkale´dekinden az değildi, ama millet bütün ümidini Çanakkale Savaşının neticesine bağlamıştı. Savaşın kazanılması Cihan harbinin seyrini bizim ve müttefiklerimizin lehine belki değiştirirdi.

Âkif, İngilizlerin dessas planları karşısında ümidini Çanakkale´ye bağladı.

Allah Allah sedaları, namertlerin çelik namlularını karton borular gibi buruşturup yerin dibine batırırcasına, alın terleri gibi tuzlu ve temiz boğazın sularına gömünce, heyecanla hep bu anı bekleyen Âkif, ?Demek ki ölmüyoruz haydi arkadaş gidelim? diye haykırarak Almanya´dan öyle coşkun heyecanla döndü ki, Necid çölleri bile onun, vatan toprağına en uzak köşelerine kadar gitmesini engelleyemedi.

Âkif Ankara´ya Burdur Mebusu olarak geldiğinde şehri karamsar bir kaynaşma içinde buldu. Yunan Ordusunun Ankara´ya doğru ilerlemesi karşısına devlet büyükleri meclisi Kayseri´ye taşımaya karar vermiş ve mühim bir kısım evrak gönderilmişti bile.

Âkif ise Kayseri´ye taşınmanın bir dağılma olacağını ve tekrar toplanmanın güçleşeceğini düşünüyordu. Bu yüzden karara karşı çıktı. Meclisin Ankara´da kalmasını Sakarya´da yeni bir müdafaa hattı kurulup düşmanın orada karşılanmasını teklif etti. Teklifi görüşülüp benimsendi ve Âkif´in imanlı sesi bir taahhütname gibi

Ankara´dan vatan sathına dağıldı.

Âkif, elinde ufacık bir kağıtla tefekküre daldı. Ara sıra bir kelime yazdı, bazen yazdığını çizdi, sonra tekrar yazdı. Saatlerce düşünerek, nihayet milletin imanını ve heyecanını dile getirdiği marşı bitirdi; vatanın, milletin ve dinin bekçisi olan ?Kahraman ordumuza? ithaf ve millete armağan etti.

Bu kudsi armağan Âkif´in İstiklal Marşı yazdığını duyup, ?Biz onun yanında müsabakaya girmeyiz? diyerek yarışma için verdikleri şiirleri geri alan şair ve milletvekillerinin de oyları ve gönülden iştirakleri neticesinde, 12 Mart 1921 Cumartesi günü Saat 17:45´te milletvekilleri tarafından dört defa ayakta dinlenip alkışlanarak ittifakla kabul edildi.