Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Selim EROĞLU


MEKTUBUM GELMİŞ…

MEKTUBUM GELMİŞ…


    Tam derse girmek üzereydim ki bir sürprizle karşılaştım. Mektubun var dediler.
    Ne mektubuymuş, hangi zamandayız, bu zamanda mektup mu olurmuş, diye düşündüm. Mektup tarihe karışalı çok oldu. İnsanlar artık birbirlerine mektup yazmıyorlar. İhtiyaç da duymuyorlar. Delikli demirin icat olup mertliğin tarihe karışması gibi mektup da, maalesef, tarihe karıştı. Mektup uzun iş. Kim okur, kim yazar…
    Şimdi insanlar anlık haberleşiyor. Mesafe ve zaman kavramları ortadan kalktı. Farkında mısınız ''hasret'' de ortadan kalktı. İnsanlar artık birbirlerine hasret duymuyorlar. Görüntülü görüşme çıktığından beri hasret de ortadan kalktı. Bir önemli duygu ortadan kalkmış haberimiz yok. Çocuk nasılmış dediğimde, iyiymiş, daha yeni görüntülü görüştüm , diyenden geçilmiyor. Buna, zamanın ruhu diyorlar. Birçok şey zamana yenik düştü.
    Günümüzde genel olarak resmi evraklara da mektup deniliyor. Yine öyle bir şeydir diye düşündüm.
    Zarfı elime aldım. Üzerinde gönderenin adı, soyadı ve adresi yazıyordu. Bu, sahiden bir mektuptu. Gönderen,  yakından tanıdığım çok  samimi bir arkadaşımdı.
    Gönderen, gazetemizin velut yazarı, emekli-eğitimci Zeki Ordu'dan başkası değildi. Adres kısmında,  Gölevi Mahallesi. Ünye/Ordu yazıyordu. Gönderen Zeki Ordu olunca bir kat daha heyecanlandım. Çünkü kendisi yazı hayatında tek başına bir ordu gibi hareket eder.  Bütün ilginç fikirlerde ve uygulamalarda onun imzası vardır. Sürekli düşünür ve düşündüklerini fiiliyata döker. Kendisiyle diğer haberleşme kanallarından destursuz görüştüğümüz çok olur. Mektup yazmışsa mutlaka bir bildiği vardır.
    Ders konularımızda mektup yine var ama daha ziyade teorik. Bir türlü pratiğe dökemiyoruz. Hiç olmazsa bana mektup yazın diyorum, o da yok.
 Elimde zarf, heyecanla sınıfa girdim. Öğrenciler elimdekinin ne olduğunu merak ettiler. Bir arkadaşımdan mektup aldım, dedim. En son mektubu ne zaman aldığımı hatırlamıyorum, diye ilave ettim. Öğrencilerimin çoğu bırakın son mektubu mektup yazdıkları ve aldıklarını hatırlamadılar. Haklarını yemeyeyim, birkaçı mektupla haşır neşir olduğunu söyledi.
    Heyecanla mektubu naklen açtım. Hızla gözden geçirdim. Özel mektup olmasına rağmen sınıfın huzurunda okunmasında bir mahzur yok diye düşündüm. Bilakis fayda mülahaza ettim.
     Önemine binaen okuma görevini bir öğrencime verdim ve seslice okuttum. Sınıfın çok hoşuna gitti. Üşenmemiş ,  oturmuş yazmış diyenleri duydum. Ne gereği varmış, telefonla da söyleyebilirmiş, diyenler oldu. Lakin hiçbiri göndereni tanımıyordu. Zeki Ordu yazmışsa vardır bir hikmeti, boşuna kalem oynatmaz. Ya kitap projesi vardır, ya da tarihe not düşmek istemiştir. Yoksa niye yazsın ki… Üstelik masrafa da girmiş. Tam beş lira pul parası vermiş. Bu arada bir mektubun gönderme bedelinin beş lira olduğunu öğrenmiş oldum.
     Mektubun içeriğinde, selam faslından sonra   sembolik olarak benim acizane şahsımdan, köyümden, tahsil hayatımdan, köylülerin bakış açısından,  sosyolojik ve psikolojik durumlardan bahsetmiş. Bir takım değerlendirmelerde bulunmuş.
    ''Senin, köyden ayrıldıktan sonra, hem okuyup hem de çalışman çok kişi tarafından taktirle karşılandı. Çok kişi   '' hayırlı evlatmış büyüklerine yük olmuyor'' dedi. Hala  ''okulda ne işi var'' diyenler de var.
    İşte böyle.
    Fazla geçmeden Zeki Bey ,  sana mektup göndermiştim, aldın mı, diye telefonla sordu.  Evet aldım ve okudum, teşekkür ediyorum, dedim.
    O halde ziyaretine geldiğimde bu konuda konuşuruz, sürprizlerim var, dedi. 
    Ne olabilir acaba sürprizi?
    Sürprizler  devam ediyor. Merak etmiyor değilim.
     Ben de sürpriz yapmak istedim, konuşmadan önce yazayım istedim.
    Çünkü yazmaya değer buldum.