Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Zeki ORDU


MEKTUBUN AYNI

MEKTUBUN AYNI


Gurbetin canımızı acıtıp, ayrılığın kor gibi içimizi yaktığı zamanlarda sevdiklerimize ulaşmanın tek yoluydu mektuplar…

Bazen ucu yanık; bazen sonunda avuç içiyle birlikte parmakların kalemle çizilmiş halinin resminin gönderildiği mektuplar…

Daha telefonun şehirlerden çıkamadığı, televizyon denilen sihirli kutunun hayatımıza girmediği zamanlarda haberleşmenin kâğıtla yapıldığı zamanların sultanı mektuplar…

İnsanların doğduğu yerde daha huzurlu olabilmesi için doyduğu yere giderek sıladan ayrı kalmanın sızısını dindiren mektuplar…

O mektuplarda öyle şeyler yazar ki, yazılmayanlar yazılanlardan daha çoktur. Okunduğunda duyulanlardan duyulmayanlar daha fazladır. İster yazılanlar kadar olsun, ister olmasın; anlatılanlarla birlikte anlatılmak istenilenlerinde anlaşıldığı zamanlarda yazılan mektuplar…

Evin babası gurbetten sılaya mektup yazdığında bir okuryazar bulunup öyle okutulurdu. Gelen mektubu hem çocuklar duyar, hem kendi karısı duyar, hem de büyükler duyardı. Yani her şey harfiyen yazılmazdı mektuplara. Daha doğrusu yazılamazdı. Devrin terbiyesi ve saygısı onu gösteriyordu çünkü.

Evin hanımı yazılmayan şeyleri de anlardı…

Evin hanımı kocasından gelen mektupları kulağı ile değil gönlü ile dinlerdi… Bundan dolayı yazılmamış veya yazılamamış şeyleri anlardı.

Mektuba selem ile başlanır, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öpüldüğüne dair ifadelerden sonra “herkese” selam edilirdi. Ah o herkes! Kimler yoktu ki içinde…

Gurbetten gelen mektuba cevap yazılmışsa eğer; mektubun sonunda bir uyarı olurdu. O uyarıda “Mektubun aynını tez elden bekleriz” şeklinde olurdu. Bazen de “Bizi habersiz bırakma, tez elden aynını yaz” diye tembih edilirdi.

Başka bölgelerde nasıldı veya var mıydı bilmem ama mektubun “ayn’ı” ifadesi mektuba cevap verilmesini istemekti. Bu kelime nasıl türemişti, kim türetmişti bilgimiz dışında. Mektubun aynını yaz derken; kelimenin kökü “ayn” mı “aynı” mı bilinmiyor. Bilinen şu “Mektubun aynı” demek, mektuba karşılık ver demekti.

Bir Samsun türküsünde; “Ben Samsun’a mektup yazdım aynı da gelmedi/ Ben Allah’a çok yalvardım rakip ölmedi” diyor. Çok eski bir türküde de geçen bu ifade her şeyin “dijital” olduğu günümüzde ehemmiyetini kaybetti. Artık yazılanlar ışıklı bir ekranda yarı Türkçe, yarı kurbağaca bir ifade ile yapılıyor. Ve sesli okunan mektuplar tarihe karışıyor.

O zamanda mektuplar “Çizgili olan A 4” kâğıdına yazılırdı. Günümüzde olmayan çizgili kâğıtlara biz o zamanlar “Mektup kâğıdı” derdik.

Biz de yazımıza son verirken herkese selam eder, kalem ile yazamazsanız da “aynını” gönül ile bekleriz efendim.