“Şimdi Çarşamba’dan Terme’ye kadar uzanan Kocaorman ve Gölardı ormanlarının bir insanın kucaklayamadığı kadar geniş, minareler kadar uzun ağaçların yerinde ölgün, cılız, sarı sarı kavaklıklar var. Bu kavaklar, kel başta sırıtan bir iki saç teli gibi iğretiler. O eski yeşillik ve mavinin kucaklaştığı doğallık nerede? Neden böyle oldu? Doğanın öz dengesini böylesine bozanlar, yakanlar, yıkanlar!...” (s.11)
“Büyük savaş’ın sonunda biz yenildik. O zaman bütün şehirliler, köylere kaçtı. Terme-Çarşamba nerdeyse boşaldı.İşte o sıralarda da Rumlar, Ermeniler azıttı.” (s.22)
“Taşların üstüne ağaç direkler, bir metre…Onun üstüne döşeme. Kuzeye ve güneye bakan iki sundurma…Gusulhaneler…Doğuya bakan cumbo…Saçaklar mekik oyası gibi işlenmiş ağaç oymalarla çevrili. Ortada bir ocak. O ocakta koca koca kütükler cayırdıya cayırdıya yanardı. Ne külbastılar, lepsiler, tiritler pişirdim; ne terler döktüm, ne acılarımı ateşe verdim o ocak başlarında.” (s.35)
“O Afrika ormanları gibi iç içe geçmiş elmalar, asmalar, narlar, incirler, ayvalar nereydi? İnsan bu meyvalığa girdi mi maymun gibi o ağaçtan o ağaca geçebilirdi. Kuşlar cıvıl cıvıl, arılar vızır vızırdı. Mis gibi kokardı her yan.” (s.37)
“Yazın o kavurucu sıcaklarda bir testi ayran, bir baş soğan ve mis gibi kuru mısır ekmeğiyle yenen yemeklerde mutluluk kahkalarıyla çınlardı buralar…” (s.38)
“Bu orman; çınarları, gürgenleri pelitleri, vahşi dikenleri; elma, armut, incir, erik, döngelleriyle kuş cvıltılarının müziksel eşliğinde el değmemiş bir arılık, güzellik, doğallık yansıtırdı. Dikenlerin olgun meyvası -yeşilden kırmızıya bordoya- böğürtlenler yok olmuştu. Yine diken deyip geçtiğimiz- o hiç de insana iyi çağrışımlar yaptırmayan bitkinin ürünü kılcanlar nerdeydi? (…) Temmuz ortalarında henüz köylünün ürünü yokken kılcanlar, en önemli besin kaynağıydı. Kılcanın turşusu, yoğurtlusu, sarımsaklısı, yumurtalısı yapılırdı. (…)
Baharda tüm köylünün başına taç, beline kemer, kollarına bilezik ördüğü, boynu bükük, hüzünlü sümbüller…” (s.40)
“Trabzon’daki Rumların baskısından tüm Doğu Karadeniz, Terme, Çarşamba ovasına doldu. Tabii ki buralar, oralara göre daha güvenli ve verimli.” (s.65)
“Tüm yemekler, yazın o sıcak günlerinde bile bu kuzinede pişirilirdi. (…) Kuzine hem ocak hem de soba amacıyla yanardı.” (s.69)
“Herkesin yeri yurdu, malı mülkü var; ama nakiti yok. Nakit para büyük güçtür. Kış bastırdı mı köylünün eli ayağı kesilirdi. İşte ne alırsan o zaman alacaktın. O zamanlar öyleydi. Mısırı olurdu, satamazdı. O çamurda, karda kışta hangi öküz, araba çekecek? Yayan bile yürünemezdi.” (s.196)
“Kaç çocuk hastalıktan gözlerimizin önünde öldü. Hem de sıtmadan. Bir kinin bile bulamıyorduk, bulsak da yetmiyordu.”
(Metin Kökten, Yaşamak Tutkusu, İnsanca Yayınları, Samsun, 1986, s.200)
Çok önemli kitapları olan Termeli Şair-Yazar Metin Kökten’i çok önceden okusaydım, o hayattayken onunla sohbet edebilseydim keşke! Samsun’da 1984-88 yılları arasında üniversite öğrencisiyken 19 Mayıs Lisesinin karşısında bulunan Kitapevinden birkaç defa kitap almıştım. Ferit Develioğlu’nun “Osmanlıca-Türkçe Sözlük” kitabını bile oradan, onun elinden almıştım 1984 yılında ama o zaman Metin Kökten’i tanımıyor, onun yazar-şair olduğunu da bilmiyordum maalesef! Metin Kökten’i 2012 yılında yayımladığım “Termeli Yazarlar ve Şairler Ansiklepedisi” kitabımda tanıtmıştum. Allah rahmet eylesin, taksiratını affetsin.