Bugün, 25 Nisan 2024 Perşembe

Selim EROĞLU


NABİ´NİN PARK KAHVESİ


Sizlere son okuduğum kitaptan bahsetmek istiyorum. Kitabın adı ?Nabi´nin Park Kahvesi? . Yazarı, ismi kamuoyunca pek duyulmamış Samim Kocagöz. İlk baskısı 1948 yılında?Bir Şehrin İki Kapısı? adıyla yapılmış; benim okuduğum baskısı 2016 yılında yeni adıyla yapılmış bir roman.

Samim Kocagöz, 1916 yılında Söke´de doğmuş, 1993 yılında, 77 yaşında vefat etmiş bir yazarımız.

Okuduğum romanını 24 yaşındayken yazmaya başlamış, 28 yaşında genç yaşta bitirmiş. Romanı, devrin ünlü yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu´na göstermiş, o da eseri inceledikten sonra şu kanaatini belirtmiş;


?? Hikayenizin mevzuundan bana evvela bahsetmiştiniz. Ben de size bir kasaba romanı yazmak niyetinde olduğumu söylemiştim. Fakat doğrusu sizin eserinizİ okuduktan sonra bu niyetimden vazgeçmek lüzumunu duymaya başladım. Çünkü siz, bu mevzuyu o kadar yakından bir görüşle, o kadar benimseyip ve kavrayışla ifade etmiş ve tüketmişsiniz ki, bundan sonra herhangi bir kasaba romanının ?Nabi´nin Park Kahvesi?nden mülhem olmadığına kimseyi inandıramayız.?

Yakup Kadri, anlaşılacağı üzere romanı çok başarılı bulmuş. Yazar, böyle bir eser yazdığı için yazarı, hem tebrik, hem de teşvik ediyor. Kendisinin de bir ?kasaba romanı? yazma arzusunda olduğunu, fakat bu başarılı örnekten sonra gerek duymadığını ve vazgeçtiğini ifade ediyor. Ayrıca bu romanın taşra romancılığında bir milat olduğunu söylüyor.

Samim Karagöz´ün 11. Sınıf Edebiyat kitabında ?Koca Öküzün Ölümü? adlı bir hikayesi var. Orada fakir ve çilekeş bir köylünün bataklıkta boğularak hazin bir şekilde ölen öküzünün üzerine duyduğu üzüntü ve sevinci (!) dile getiriyor. Anadolu insanının çektiği sefalet, açlık, mücadele, sınıf çatışması, emeğinin karşılığını alamama, marabalıktan kurtulamama.. gibi sosyal gerçekler yalın ve anlaşılır bir şekilde dile getiriliyordu.

Hikaye beni, çiftçilik yaptığımız, modern tarımın yapılamadığı, öküzlerimizin olduğu Kocaman´daki çocukluk yıllarıma götürdü. Kendimle bir aynilik kurdum. Bunlar, günümüz gençliğine pek de yakın olmayan konulardı.

Hikayeyi tahlil ederken ?Oha vardır, öküz durdurur; oha vardır, zelve kırdırır? atasözünü örnek verdim. Burada geçen ?oha? ve ?zevle? kelimelerini ilk defa duyduklarından ve günümüz kültürüne çok uzak olduğundan pek açıklayamadılar. Bu da normal bir şey. Zevle yok ki, kelimesi kullanılsın. Sadece atasözlerinde kalmış.

İşte buradan yazarın köy-kasaba hayatını anlatan diğer eserlerini merak ettim, belki çocukluğumdan bir şeyler bulurum diye.

190 sayfalık eseri böyle bir meraktan bir günde okudum.

Roman 1940´lı yıllarda, Menderes nehri kenarında muhtemelen Söke´de geçiyor. Kasabanın yaşayışı bütün çıplaklığıyla gerçekçi bir şekilde dile getiriliyor. Bir nevi Türkiye´nin, kalkınma ve aydınlanma mücadelesini, kaymakam, imam, öğretmen, doktor, esnaf, köylü, çiftçi? ekseninde iyilerin ve kötülerin mücadelesi.

Menderes ırmağı her yıl taşıyor ve kasabalıların bütün emekleri boşa gidiyor. Devlet olaya el koyuyor. Su taşkınlarının önüne geçerek bataklıkları kurutmak için büyük bir seferberlik başlatılıyor. Bu uğurda genç mühendis suda boğularak ölüyor. Doktor sıtmayla ve kötü hastalıklarla mücadele ediyor. Halkın aydınlanması, bataklıktan kurtulması, refah seviyesinin artması çıkarcıların işine gelmiyor. Yalan, dolan, iftira, entrika, çekememezlik, birbirinin ayağını kaydırma? ayyuka çıkıyor.

Nabi´nin Park Kahvesi, kasabanın meydanında bulunan ve halkın toplandığı en önemli mekân. Bütün meseleler burada konuşuluyor ve buradan yayılıyor. Yazar, onun için romanına bu ismi uygun görmüş.

Menderes Irmağı yerine, Terme ırmağını koyun, eser sanki bizim bölgemizde geçiyor gibi. Büyük benzerlikler var. Irmağın ıslahı, sıtmayla mücadele, bataklıkların kurutulması, yolların yapılması kalkınma ve aydınlanma, mücadele hep aynı. Bana, konu Söke´de değil de Terme´de geçiyor gibi geldi. Bu açıdan da eserden büyük zevk aldım.

Okumayı seven, sosyal gerçekler üzerine kafa yoran, insanını ve yöresini seven, etrafa ışık olmaya çalışan herkese tavsiye ederim.