Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

Selim EROĞLU


NAM-I DİĞER “EMMİ”

NAM-I DİĞER “EMMİ”


    Hayata beraber başlamıştık. Benden üç ay büyüktü. Çocukluğumuz beraber geçti. Aynı evde dünyaya geldik. On yaşına kadar aynı çatı altında yaşadık.
       Okula beraber başladık. İlkokul dördüncü sınıfta, on yaşında iken o babasını, ben amcamı kaybettim. Orta ikiye kadar beraber okula gittik, aynı sırayı paylaştık. Orta ikide, biraz siyasi olayların etkisinden, biraz da ihmalkârlıktan okulu bıraktı.
       Okulu bırakınca gurbet hayatı başladı. Samsun derken, İstanbul'da karar kıldı.
       Çocukluğundan beri arabalara karşı aşırı bir zaafı ve merakı  vardı. Masa başı, hareketsiz bir iş onun mizacına uygun değildi. Hareketli ve maceralı işlerden hoşlanıyordu. O da öyle yaptı. Taksicilikte karar kıldı.
       İstanbul sokaklarında otuz yılı aşkın direksiyon salladı. Bu işi de hakkıyla yaptı. Yaptığı işten şikâyetçi olmadı. Usta bir şofördü. Otuz yıl boyunca kayda değer bir mesleki vukuatı olmadı.
       7/24 halkın hizmetindeydi. Kim telefon ederse, kim çağırırsa asla hayır demezdi. Hızır gibi yetişirdi. İnce hesapları, yarın ne olur düşünceleri yoktu. O an yapılması gerekeni yapar, gerisini Allah'a bırakırdı.
       Aşırı derecede merhametliydi. İstese de gaddarlık yapmazdı, yapamazdı. Hayatın içinden gelmişti. Varlığı da yokluğu da görmüştü. Gurbeti iliklerine kadar yaşamıştı. Bu yüzden garibanların dilinden çok iyi anlardı. Tam bir gariban babasıydı. Kimsesizlere kol kanat germek sanki onun asli vazifesi gibiydi. Sofrası ve kapısı herkese açıktı. Ekmeğini  bölüp yerdi.
       'Hayır' demek onun lügatinde yoktu. Kim ne talep ederse hayır demez, “tamam olur, ne demek” en azından “bakarız, hallederiz” derdi. Bu yüzden çevresi çok genişti. Her kesimden, her yaştan, her seviyeden arkadaşları vardı. Hem oğluyla hem babasıyla arkadaşlık edebilen  nadir insanlardandı.
       İtibarı üst seviyedeydi. Sözü geçiyordu. Dediklerini icraata dökecek yüzlerce seveni vardı. Bu yönüyle sevenleri kendisine “emmi” diye hitap ediyordu. “Emmi” unvanı ona çok yakışmıştı. Tanıdık, tanımadık herkes kendisine “emmi” diye hitap ediyordu. “Emmi gelmiş” dedikleri zaman kimin kastedildiği  sorulmazdı. Emmi deyince kimden bahsedildiği bilinirdi.
   Hayatı pek ciddiye almazdı. Ameli noksan  olsa da imanı tamdı. “Bir gün doğduk, bir gün öleceğiz, kul kaderini yaşar, Allah'ın dediği olur” der, tevekkül ederdi.
       Üç yıl önce kalbinden rahatsızlanmıştı. Bir şeyim yok diyordu. Hastalığını da pek ciddiye almadı. Bir gün olsun “ben rahatsızım” deyip şikâyetçi olmadı. Soranlara “bir şeyim yok, turp gibiyim” diyordu.
       Vefatından iki gün önce telefonla beni aramıştı. Rahatsızlığını biliyordum. Tedirgin oldum. “Neyin var, sağlığın nasıl?” dedim. Her zamanki gibi “bir şeyim yok, aklıma düştün, sesini duymak istedim, sohbet etmek istedim, onun için aradım” cevabını verdi. Oysa büyük bir badire atlatmış, bir kelime bile   bahsetmedi. 
       Mübarek Recep ayında, mübarek Cuma gününde, Cuma namazını eda ettikten sonra aniden fenalaşarak ruhunu teslim etti. 
       Sevenleri, kendisine “emmi” diyenler,  cenazesinde hazır bulundu. Hayatında olduğu gibi cenazesinde de kimseye eza vermedi. Mübarek Recep ayında, güneşli ve berrak bir havada cismen bu fani âleme veda etti.  O nöbetini savdı, sıra bizde. 
       Belki sevenleri emmilerini kaybetti ama ben hayatımın yarısını, sol yanımı kaybettim. Onun hayatı biraz da benim hayatımdı. O, hayata beraber başladığımız ve hayatı beraber devam ettirdiğimiz amcamın oğlu Muhittin'di. 
       Ruhu şad, mekanı cennet olsun.