Bir gün Farabi’ye “lafı uzatanlara ne yapmak lazım?” diye sormuşlar.
Farabi, “uzun konuşanı, kısa dinlemeli” demiş. İyi söylemiş.
Bir başka filozofa sormuşlar: “Bir insanın zeki olduğunu nereden anlarsınız?”
“Konuşmasından” demiş adamcağız. “Peki ya konuşmaz ise” diye karşılık vermişler.
“O kadar akıllı insan yoktur ki!” diye cevaplamış filozof.
Usta divan şairi Baki’ye sormuşlar: “Geleceği öğrenmek ister misin?”
O da düşünmüş, sonra sessizce cevap vermiş: “Hayır istemem, çünkü geçmişten farkı yoktur.”
Bir soruyla sıkıştırmışlar Thales’i: “Dünyada en kolay olan şey nedir?”
“Başkalarına nasihat vermek” demiş Thales.
Her ‘zıtlık’, insana güzel, olumlu bir şey öğretir; Lokman’a da aniden sormuşlar: “Edebi kimden öğrendin?”
Lokman, gülümseyerek cevap vermiş: “Edepsizlerden.”
Yıl 1950, hala İkinci Dünya Savaşı’nın büyük yaraları sarılıyor. Ünlü atom bilgini Albert Einstein’a, ölmeden önce sormuşlar: “Üçüncü dünya savaşı hangi silahlarla yapılacak?”
“Onu bilemem” demiş Einstein; “Ama dördüncüsünün taş, sopa ve ok ve yaylarla yapılacağı kesin.”
Yazıyı bitirirken, koca Yunus Emre’yi hatırladım: “Cümleler doğrudur, sen doğru isen. Doğruluk bulunmaz, sen eğri isen.”
Sevgi, iyilik, güzellik, ümit, doğruluk, hiç eksik olmasın içimizden.