Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

Mustafa CAN


Okuma Yazmayı Geç İstersen


Okudum da ve yazmayı da öğrendim. Çocukluktan çıktım. Büyüdüm. Büyümüşüm demek istedim. Doğduğum topraklardan uzakta kaldığım zamanlar, kasaba değişmiş, sayısı artmış insanların ve binaların. Ve çocukluğumun hatırasını sakladığını zannettiğim ve özlediğim kasabaya düşüvermiştim zaman tüneline girip çıktıktan sonra.

Kızdığımız zamanlarda ateşimizi söndürmek için ya denize girerdik ya da denize akan ırmağa... Amazonlar´ın yaşadığını söyledikleri yerlerin adından bahsetmekteyim.

Okudum da yazmayı da öğrendim. Kasaba sürgün edince beni, gerçek kasabanın varlığını sarmaladım, bozuma uğrayacak neyi varsa, yırtılacak, kırılacak nesneleri paketledim ve sonra gönül karması toprak mayasıyla mumyaladım.


Hayal dünyamın en vazgeçilmez yerinde yer ayırdım ona. Hatıraların dondurulmuş zamanına ait, siyah beyaz resimli Foto Mustafa Karaçam karanlık odasından çıkma birkaç fotoğrafın yanımda kalmasına müsaade ederek elbette.


Zamanını dondurduğum o çocukluğumun insanlarını da birlikte alıp gitmiştim.


Kasabanın giriş yolundaki levhada insan sayısı vardı. Rakım vardı. Değişmeyen rakıma karşılık nüfus artmıştı. Giderken hava nasıldı hatırlamıyordum, ama şimdi bulutlu, az sonra yağacak gibi bir hava. Sis ve duman vardı. Yazdı mevsim. Sıcaktı hava. Nemli hava yapışmak istercesine vücuduma, zorladıkça terlemeye beni, direndim.

İndim arabadan. Ta geçmişteki halime büründüm. Giriş kapısını bulduğum kasaba ters baktı önce bana. Şımarmak istediğimi söyleyecektim. Söylediğim gibi, şımartılmak hatıralarda bir yerlerde saklıydı. Çıkartmak istedim mumyamı açarak. Zorladı beni. Çok eskimiş bir gazete gibiydi, yazıları soluklaşmış, okumayı zorlaştırır haldeydi.

Oysa ?ben hava atmak istediğim, sevinmenin zamanıdır?, diyeceğim şartların yerinde yeller esiyordu. Kendimi tuhaf buldum. Çocukluğumun geçmiş zamanı havanın kendisine benzemişti. Bulutlu ve kesif bir dalgasıydı ve ben ilerliyordum.


?Ben geldim, görmüyor musun? diyeceğim.


?Tanımadın mı beni?, diye sorma imkânı vermedi bana ilk adımı attığımda şartlar.


Yabancı biri gibiydim. Ne kadar gördüklerime çocukluğumu giydirmişsem olmadı. Vücut kabul etmiyordu o eski elbiseyi. Şehrin merkezine kadar geldim. Tanıdık bir yüz, benzetebileceğim bir çehre rast gelmedi. Selam verip, selam alacağım yoktu. Yoktu hatıraların mekânı. Karalanmış bir defter okunabilir miydi? Irmak akıyordu. Kanal sırtı unutmuştu ziyaretçisini. Sel sularında odun yakalarken, balık da tutmaya çalışan beni unutmuştu.


Köprübaşındaki ırmağa bakan tarafında oturduğum çayevinde garsonun getirdiği çayı yudumluyordum. Gerilere bakan hayal gözlerimin, gerçekler arasında kayboluşunu anlatacak söz gelmiyordu dilimin ucuna.


Bir dilenci para istedi. Çıkardım verdim. Sonra okumayı düşündüm. Geçmişi okumayı. ?Okumayı geç istersen,? diye bir sancı çıkıverdi tam o sırada. Ben de uydum bu sancıya. Geçmişi okumak mı! Geçtim okumadan...