Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Yılmaz İMANLIK


ON DAKİKA


Telefonum çalıyor. Bakıyorum arayan Ahmet Abi.

?Yılmaz kitapla ilgili on dakikalık bir işimiz kaldı, müsaitsen gel de halledelim.? diyor.

?Tamam on dakika içinde oradayım.? diyorum.


Eşim soruyor:


?Hayrola, yine nereye??


?Ahmet Abi´nin kitabı üzerinde çalışıyoruz ya on dakikalık bir işimiz kaldı, onu halledeceğiz.?


?On dakika ha!? diyor eşim. ?Ben o on dakikaları iyi bilirim.?


Aynı anda muhtemelen Ahmet Abi´nin eşi soruyor:


?Hayrola Ahmet Hoca, misafirin mi geliyor??


?Bizim Yılmaz Hoca var ya, kitapla ilgili on dakikalık bir işimiz kaldı onu halledeceğiz.


Yenge Hanım da muhtemelen tebessüm ederek aynı şeyi söylüyor:


?Ben iyi bilirim sizin on dakikalarınızı.?


Aslında bu on dakikaların saatlerce sürdüğünü en iyi yenge hanım biliyor.


On dakika sonra on dakikalık iş için bilgisayarın başına geçiyoruz. Masanın üstü karmakarışık: biyografiler, gazete parçaları, reklam kartları, kitaplar, üzerine notlar yazılmış karalamalar?


On dakikada sadece bu masayı toplamaya kalksak toplayabilir miyiz acaba?


Ahmet Abi´yle çalışmaya başlıyoruz.400 sayfalık bir kitabın son rötuşlarını yapmak için bilgisayara selam veriyoruz. İhtiyar kurt yüzümüze bakarken, Allah bana yine yardım etsin, sizin kaprisinizi bugün nasıl çekeceğim acaba? diye soruyor sanki.


Ahmet Abi´nin sabahlara kadar tıraş ettiği yazıların makyajını yapmaya başlıyorum. Kendi aramızdaki esprimiz bu, Ahmet Abi berber, ben makyözüm. Çalışırken hasret kaldığımız gülümsemeyi yakalayabilmek için arada bir bu espriyi yapıyoruz.


On dakika geçiyor, biz daha dosyayı bile açamamışız. Bir on dakika daha? Olmadı bir on dakika daha? Saatler geçiyor. Gece saat 10 olmuş. Dosyayı kaydetmeyi ihmal ettiğimiz anda pat diye elektrikler kesilmesin mi. Eyvah dön başa!


İçimizden ona kadar sayıp tekrar işe başlıyoruz ama ihtiyar bilgisayarın açılması on dakikadan fazla sürüyor.


Yenge hanım,


?Hadi 10 dakika ara verin de çaylarınızı için.? diyor.


Bu arada tam ihtiyacımız olan şey. Rahat bir nefes alıyoruz.


O akşam 10 dakikalık dediğimiz işi 8 saatte bitiremiyoruz.

Ertesi gün telefonum saat on gibi yine çalıyor. Ahmet Abi´nin bu sefer on dakika gibi bir iddiası yok.

Kitap tam bitti, diyoruz. Ahmet Abi beni arayıp,


?Yılmaz iki önemli yazara daha ulaştım, onları mutlaka almalıyım. Terme üzerine bir şeyler yazmış hiç kimseyi atlamak istemiyorum.? diyor.


?Tamam, on dakikaya oradayım.? diyorum.


?Ya bırak on dakikayı falan, ne zaman müsaitsen o zaman gel!? diyor


Gülüyorum.

İhtiyar bilgisayarın yüz ifadesinden bizi gördüğüne pek sevinmediğini anlıyorum yine. Sanki, ?İkiniz bir olup yine yükleneceksiniz üstüme.? der gibi bakıyor.

Bu sefer biz çalışmaya başladığımız anda Terme´nin selle imtihanı başlıyor. Bu yağmuru nitelemek için ?bardaktan boşanırcasına? deyimi çok yetersiz kalıyor.

Bu fırtınaya elektik mi dayanır. Biraz sonra elektrikler de gidiyor. Gelmesini bekliyoruz, nice on dakikalar geçiyor gelmiyor. Yaptığımız çalışmaları kaydedip kaydetmediğimiz konusunda emin değilim. Ya kaydetmediysek! Her şey sil baştan. Bunu düşünemiyorum bile.


O gece bir şekilde kendimi eve atıyorum. Sonraki gecelerde de on dakikalarla mücadelemiz hiç bitmiyor.


On dakika, on yıl, belki de bir ömür?