Bugün, 24 Nisan 2024 Çarşamba

Ahmet SEZGİN


ONUN SÖYLEDİĞİNDEN DE GÜZELMİŞ


Kanser hastanesinde Başhekim iken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurtdışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkânı bulamamıştı. Serap´ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da Allah´ın izniyle iyileştiğini gördüm. Ancak Serap´ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu.

Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir´e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat karda mahsur kalmış. Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap, bacak kemiklerindeki metasaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu.

Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:


- Doktor bey, dedi. ?Ben size... dargınım."


Niçin, diye sordum. ?Siz... dindar bir insanmışsınız niçin bana da, Allah´ı... ölümü... ahireti... anlatmıyorsunuz??


Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için, bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O´nu üzmemeye çalışarak: ?Doktorlara ulaşmak kolaydır, dedim. Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın...?


Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum." manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve son günlerini yaşayan Serap için bu dersler "hızlandırılmış öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlerini bütün ruhuyla mezcediyor ve arada bir soru soruyordu.


Vefatına bir hafta kadar kala:


- Doktor bey, dedi. Ben ölürken ne söylemeliyim?


- Senin durumun çok özel, dedim. Kelime-i şahadet sana uzun gelir. O anı fark edince Muhammed(s.a.v) sana yeter.


O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap´a sürekli morfin yapıyor ve onu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek :


- Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor, dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor." Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hâla unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum: "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste Muhammed (s.a.v) diyemezsem?"


İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer birkaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç âdetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap´ın acizliği hürmetine olacak ki, salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.


Ertesi gün ona: ?Hiç korkma, dedim. "İğneyi vurdurabilirsin." Ve Serap, bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde, son sorusunu sordu:


- Doktor Bey... Azrail...bana ...nasıl...görü..necek?


- Kızım, dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."


Salı günü Serap´ın ağırlaştığı haberini alınca hemen evine gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:


- Doktor Bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı, dedi ve devam etti:


- Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "Yataktan kalkması imkansız." denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı. Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i şahadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:


"Doktor Bey´e söyleyin.? dedi. ?Azrail, onun söylediğinden de güzelmiş!" Dr. Haluk NURBAKÎ