Bugün, 27 Nisan 2024 Cumartesi

B.Rahmi ÖZEN


RUH ve BEDEN

RUH ve BEDEN


İnsan olarak ruh ve bedenden teşekkül etmiş bir arlığız. Ruh ve beden birbirinden farklı iki kuvveti temsil ediyor. Ruh ve bedenden birinin zaferi; mağlubunun değil hezimetini doğurur. Bedensel arzuların azgınlaştığı bir bünyede ruh; çelimsiz, dermansız ve cismanî arzuların azat kabul etmez kölesi olur.  Kalbin akla, ruhun bedene hâkim olduğu bir bünyede ruh, ölümsüzlüğe ulaşır.
Ruhî plânda pörsümüş ve çöküntüye uğramış bir ülkenin her karış toprağı dragon timsalleriyle süslense de, mezardan farkı yoktur. 
Ruhun zaferi üzerine kurulmamış bir dünya, nefsin elinde oyuncak olur. Ruhsal dengenin faziletli ikliminde geliştirilmemiş bir kültür, insanlığın insan olma yoluna bir tuzaktır.  Böyle bir ülkede yaşayan yığınlar da, buhrandan buhrana sürüklenen talihsizlerdir. Şahsî haz ve zevklerinden başka bir şey düşünmeyen ve bir türlü varlığını başkalarının mutluluğuyla birleştiremeyen ham ruhlara, bunu anlatmak mümkün olmaz. 
İnsan-ı kâmil odur ki; nefis ve benliği cihetiyle yokluğa erip, ruhta ebedîleşmenin sırrını kavramıştır.
Ruhun en mühim dinamiği iman, bilgi ve sevgidir. İnanmak; hakikati olduğu gibi tanıma, sevmekse bu bilginin hayata yayılmasıdır. Aslolan mutlak hakikatse; inanmayan, mutlak hakikati bulamaz. Onların “inandım” demeleri iç dünyalarıyla bir zıtlaşma, “buldum” demeleri de bir mugalâtadır. İnanmayan, talihsiz ve sevemeyenler cansız cesetlerdir. İnanmak en önemli bir aksiyon kaynağıdır. Kültürümüzün fidelerini dikme ve yetiştirme misyonunu yüklenenler, evvelâ inanç mihrabına yönelmelidir. 
Ruhun olgununa erişmişlerin en önemli dinamiklerden biri fedakârlık ve yaşatma uğruna yaşamadan vazgeçmedir. Bir ağacın boy atıp gelişmesi için kökleri neyse, bir insanın da maddî ve manevi fedakârlığı aynı şeydir. Ağaç, köklerinin sağlamlığı nispetinde serpilip geliştiği gibi, insan da menfaat düşüncesinden, bencillikten sıyrılıp, başkaları için yaşadığı sürece, gelişir, yükselir ve başı bulutlara erer.
Ruhun bir diğer önemli dinamiği, ıstırap ve çiledir. 
Allah Resulü Hz. Muhammed'e peygamberlik gelmeden önce de geldikten sonra da, insanlığın içinde bulunduğu maddî ve manevî sefalet ve dalâlet karşısında hep muzdariptir. “Her hâlde sen, onlar bu söze inanmıyorlar diye üzüntünden kendini helâk edeceksin” âyeti, oldukça manidar ve ürperticidir. 
Ruh, ıstırap ve çile ile kemale erer. Kalp, bunlarla olgunlaşır. Çile, çalışmaya ve o yolla elde edilen şeylere kat kat değer kazandırır. Çilesiz elde edilenlerse mirastan gelen mal gibidir.