Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

Mehmet TÜRKAN


ŞEHİR VE ÇINAR


Şehirlerin yüzü insanların yüzü gibidir. İnsanın içinde ne varsa yüzüne de o yansır. Şehirlerin altında ve geçmişinde ne olmuşsa kültüründe de o görünür. Varlığından bahsedilince insanın aklına gelen o kültür olur. Bazı şehirler vardır insanlarda iz bırakır ve bu izler hakkında yazılan eserlere zemin hazırlar.

Kültürleri oluşturan toplumların yüzlerini yansıtan unsurlar büyük oranda şehirleridir. O yüzden her yer şehir değildir. Bir yerin milyonların üstünde nüfusa sahip olması onu şehir yapmaz. O Milyonların yaşadığı şehirler çoğu zaman başka yerlerden, diyarlardan gelen insanların kendi kültürlerini getirdikleri karma bir kültürün hüküm sürdüğü çoğu zaman bu insanlarda ortak kültürün olmadığı birer yığın ve insan toplulukları olur. Yani kedi memleketlilerinin bir arada filan şehirde toplandıkları bir başka kültürün taşıyıcısı olurlar. Ancak bunun yanında küçük bir nüfusa sahip olmasına rağmen gerçekten şehir olan yerler vardır. Bu şehir kültürünün oluşmasını sağlayan unsurlardan biri olan çınar kültüründen bahsetmeye çalışacağım.

Erzincanlı bir yazar olan Mustafa KUTLU´ nun bir yazısını okumuştum. Yazısının başlığı ?Akasya ve Mandolin?di. Yazar bu yazısında Erzincan şehrinin 1939´daki depremle yerle bir olmasından sonra yeniden kurulurken şehrin ağaçlandırılmasının yanlışlığından bahsetmiş. Osmanlı ve çınar medeniyetinden gelemize rağmen Erzincan şehrine uzun ömürlü ve dayanıklı olan çınar ağaçları yerine akasya ağaçları dikilmiş olmasını anlatmış. Bu gün o akasya ağaçlarının çoğunun kocamış, kötü dikenli birer ağaç bozuntusu haline gelmesinden bahsetmiş. Eğer çınar dikilmiş olsaydı bu gün Erzincan´ ın ülkenin en yeşil şehirlerinden biri olacağını söylemiş. Tabi aynı yazıda müzik aleti olarak milli çalgılar yerine mandolinin seçilmesini ve bir türlü benimsenmemesini de anlatmış.

Çınar, atalarımızın çok önem verdiği ve işaret bir hatıra olarak diktiği önemli bir kültür nişanesi. İstanbul´un fethinden sonra Akşemseddin Hazretleri´nin EBA Eyüp El Ensari´nin kabrini bulduktan sonra mezarın baş ve ayak tarafına işaret olarak çınar dikmesi, yapılan camilerin, büyük yapıların mutlaka çınar ağaçları ile taçlandırılması, yeni evlenen çiftlere evliliğin hatırası ve ölümsüz olmasını dilemek örneği olarak çınar dikmelerinin istenmesi buna bir örnek olarak gösterilebilir.

Bursa bu şehirlerden biridir mesela. Uludağ´a çıkarken bir çınar ağacına rastlarsınız ki neredeyse Devlet-i Al-i Osman ile yaşıttır. Yine Ulu Camii´nin bahçesindeki çınar, Yeşil Camii´in bahçesinde ve Tophane´deki dev çınar ağaçları bu şehrin çınar şehri olarak anılmasında birer kilometre taşıdır.

İlçemiz Pazar Camii´nin bahçesinde bulunan çınar ağacı da bunlardan biridir. Bu çınarın gölgesinden kimler geldi kimler geçti kim bilir.

Osmanlı´nın çınar ağacına verdiği önem Osman Gazi´nin Edebalı´nın evinde gördüğü rüyasındaki çınarla bir ilgisi var mıdır bilmiyorum. Çünkü o rüyasında kalbinden çıkan ışığın bir çınarla birlikte üç kıtaya yayıldığını görmüştür.

Bu anlamda ilçemizde de bir şeyler yapılabilir. Yeni ağaç dikilecekse mutlaka çınar olabilir. Yeni evlenen gençlere birer çınar fidanı hediye ederek belli yerlere dikmesi sağlanabilir. Hem çiftler için hatıra olur ve hem de geleceğin uzun ömürlü yeşilliğine, çınarlar şehrinin alt yapısına bir katkı sağlamış olurlar.

Son söz olarak derim ki; şehirlerimiz çınar şehri olmaya çok yakışır. Çünkü Parklarımızda, bahçelerimizde, evimizin etrafında çınarın yeşilliği ile birlikte şiirsel bir serinliğin ve ihtişamlı bir ağacın olmasını kim istemez. Mezarlıklarımızda uzun ve serin servilerle birlikte ihtişamlı serin çınar ağaçlarının gölgesi olmasını kim istemez. Tekrar söylemek gerekirse bizim şehirlerimizde akasya ağaçları yerine çınar, okullarımızda da mandolin yerine bağlama gibi bizden biri olmalıdır. Çünkü şehirler insanlar gibidir. Nasıl insan vücudu yabancı bir maddeyi kabul etmeyip dışarı atmaya çalışırsa, şehirler de kendi kültünden olmayanı bir şekilde içinden çıkarır atar.