Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

MİSAFİR KALEMLER


Sena YILDIRIM

Bülent Çavuşoğlu Anadolu Lisesi


DÜĞÜNDE YASTA BENİMLE BİR ÖMÜR

 

Geçende okuduğum Laurent GOUNELLE´e ait Mutlu Olmak İsteyen Adam adlı kitapta aynı şunlar yazıyor:

"...Ecza laboratuvarları bir hastalığa yakalanmış gönüllüleri topluyorlardı. Bunların yarısına bu hastalığı tedavi etmek için üzerinde çalıştıkları ilaçları dağıtıyor, diğer yarısına da bir plasebo, yani ilaç görünümünde, tamamen etkisiz, inaktif bir madde veriyorlardı. Hastalar elbette kendilerine plasebo verildiğini bilmiyorlar, bunun hastalıklarını tedaviye yönelik bir ilaç olduğunu sanıyorlardı. Sonra araştırmacılar iki hasta grubunun her birinden elde edilen sonuçları değerlendiriyorlardı. İlaçlarının etkisini kanıtlayabilmeleri için, ilacı almış hastaların, plasebo almış grupta saptanandan daha yüksek sonuç göstermesi gerekiyordu.
...

Böylece plaseboların hastalıklar üzerinde belli bir etkisinin olduğunu keşfettim, ki bu bile son derece şaşırtıcıydı; çünkü bunlar gerçek hastalıklardı ve plasebolar ise tamamen inaktif maddelerdi. Dolayısıyla tek katkı psikolojikti; hastalar ilaç aldıklarına inanıyor ve bunun kendilerini iyileştireceğini sanıyorlardı. Kimi durumlarda bu onları gerçekten iyileştirmeye yetiyordu. Ancak asıl tepkiye neden olan durum bu bile değildi! Asıl tepkiye yol açan şey, iyileşmeye olan inancın hasta iyileştirmeye olan vaka miktarıydı. Ortalama %30! Ağrılar bile kayboluyordu! Vakaların %54´ünde plasebo morfin kadar etkiliydi! Hastaların şikayetleri vardı, ıstırap çekiyorlardı ve sıradan bir draje şeker ya da herhangi bir etkisiz bileşen yutmaları ağrılarına son veriyordu. Buna inanmaları yetiyordu..."

Evet, eğer psikolojiymiş, eczaymış bırakır, dünyaya dönersek; bu yazıda kısaca şunlar ifade ediliyor: İnanç.

Bakın, hastalar sadece iyileşeceklerine inanıyorlar ve ellerindeki draje şeker bile onların iyileşmelerine yetiyor. Bir de bize bakın, bizde 50 yıllık geleneksel omuz ağrıları mı dersiniz, bel-sırt ağrısı mı dersiniz, çıkık ayak- kafa mı dersiniz... Her biri ayrı ayrı cilveleriyle, nazlarıyla düğünde yasta yanımızdalar.

Bir de bu hastalıklar için kullandığımız bir sürü ilacı ve sinir bozan etkilerini -kafada patlayan terlikler gibi- katalım, bizim şu iyileşememe iksirinin içine.

Artık sizce de vakti gelmedi mi, omuzlarımızdaki şu inanmama yükünden kurtulmanın? Siz inandığınız sürece değişir bir şeyler. Eğer inanmıyorsanız, neden yapıyorsunuz, omuzlarınıza boş yere düş kırıklığı kadar ağır bir yük yüklüyorsunuz?

Sizce de artık kendinize güvenmenin vakti gelmedi mi? Neden bir şeyleri inanmadığınız halde yapıp da, kendinize olan güveninizi boş yere kırıyorsunuz ki? Kendine güvenmeyene kimse güvenmez. Yoksa siz güvenilmeye değer olmayan biri olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?

"Hep bize diyorsun ama kendini hiç işin içine katmıyorsun." diyenlere gelsin bu. "Ben kendime, hayallerime güveniyorum ve buradayım. Peki ya siz, neden kendinize güvenmiyorsunuz?"

Ama yok millet neler başarmış akıl gücüyle, biz hala "Oğlum bak bak, oraları iyi ov. En çok oralar acıyor!"