Bugün, 18 Nisan 2024 Perşembe

B.Rahmi ÖZEN


SU MEDENİYETİDİR MERCAN GÖZLÜ İSTANBUL-2-

SU MEDENİYETİDİR MERCAN GÖZLÜ İSTANBUL-2-


Gürül gürül akan, cana safa, cisme şifa veren çeşmelerini, sebillerini görünce bir su Medeniyeti kenti olduğunu görürsünüz, İstanbul`un. Çeşmelerin ahşap saçaklarındaki süsler, birer sanat şaheseridir lale kokulu şehrin. Dört bir yanındaki taş ve bronz işçiliği yazılarının zarafeti, zenginlik ve cazibesi, şiir ve hat sanatının güzelliğini bedeninde toplayan çeşmeleri vardır; suyu medeniyet yapmış bu kentin. Anlayışlarında sudan kopmamak vardı bu eserleri bina edenlerin. Çünkü onlar, insanın özetinin su olduğunu bilirler ve suyun can olduğunun bilinciyle yaşamışlardır. İnançlarının görkemli gümrahında temizlik, imandandır çünkü Müslümanların.

Onca memleket gezseniz, onca şehirler dolaşsanız; sonunda hiçbir şehir İstanbul kadar maddi ve mistik arıtma gücüne sahip değilmiş dersiniz. Bu şehri, dünya kenti yapan değerlerin başında mücessem sebiller, sel sebiller, fıskiyeli havuzlar, sulaklar, şadırvanlar, sarnıçlar, kuyu ve hamamlar içinde tabiatın hareketli ve özgür havasını süsleyen temaşa unsuru oluşu gelir.

Sular; inanmanın, arınmanın, arıtmanın, saflığın, sadeliğin ve bilgeliğin sembolüdür. İşte önünüzde üç kubbesi altın mozaiklerle kaplı Alman çeşmesi… Tophane Çeşmesi, İshak Ağa Çeşmesi, Ayazma Çeşmesi, Saliha Sultan Çeşmesi, Göksu Çeşmesi, Esma Hatun Çeşmesi… Ve daha nicesi, nicesi…
Yol, yürüdükçe sizi, kulelere götürür.

Kuleleri gezmeye Galata Kulesi`nden başlarsınız. Beyazıt Kulesi`ni, Kızkulesi`ni, Saat Kulesi`ni gezmek günlerinizi, haftalarını alır…
Her şeyi ihata ederken Tekkeler kenti olmayı unutur mu İstanbul? Bir tarafta Şahkulu Sultan Tekkesi, bir tarafta Merkez Efendi Tekkesi, öte yanda Özbekler Tekkesi, beride Galata Mevlevihanesi, Kasımpaşa Bahariye, Yenikapı ve Üsküdar Mevlevihanesi… Pirlerle, müritlerle, mürşitlerle, babalarla, dedelerle dolup taşar içleri.
`Sağ elimizle Hak`tan aldığımızı sol elimizle halka sunmaktır Mevleviliğin özü,` der Mevlevîler.

Bir başkadır Asya`nın topraklarına Asya gibi oturmuş Üsküdar.

Dilinden nezaket ve letafet, yüreğinden kerem ve sahavet sunar. Oturmuş Boğaz`ın kıyıcığında; farklı dinlerin, farklı dillerin, renklerin kaynaştığı çok değerli altın bir kazan gibi kaynar. Bağrında Yahudi`si, Hıristiyan`ı, Türk`ü, Müslüman`ı kardeş gibi yaşar. Toprağı; siftah yapan esnafın yapmayana müşteri gönderdiği kültürün maya tuttuğu gizemler mekânıdır, Üsküdar`ın…

Üsküdar`ın insanı, evini inşa ederken komşu hakkı olan güneşi kesmemeye bile özen gösterdiğini görürsünüz. Bütün Anadolu`nun ve bütün dünyanın bağrından kopup gelen damla damla damıtılmış zeytinyağı kıvamında; âleme ışık tutan bir nur ve bir sentezdir, burası. Üsküdar, kamelyalarda mehtabı seyre dalan ve en parlak yıldızlara müzikle bağlanan ince ruhların dünyasıdır. Burada kültürün ruhu dildir, müziktir ve dindir. Bir tarafta cumbalı evlerden gelen `Kâtibim` serenadı, bir tarafta edvara sığmayan ecdadın Kur`an okuyup, ezan dinleyen ruhları…

Şehir kadardır Perili Ahşap Konak... İçinden enfes bir ses gelir; serenadı ruha gıda olan. Bir ses ki; tambur, ud ney ve kemanla mayalanmış koro gibidir. Cumbalı odalarında inletir nihavent makamında kâtibimi;
“Üsküdar`a gider iken aldı da bir yağmur

Kâtibimin setresi uzun, eteği çamur.”

Bir kuş sesi gelirken Üsküdar gülünün dudaklarından; Çamlıca tepelerinde Bağlarbaşı`nın nergis nergis gözleri açar. Akasyalarla ürperen seherin sonunda mis gibi bir lale göverir altın şafaklarında.
Ve İstanbul; altın yürekli, şirin dilli, zarif endamlı kadınlar diyarıdır, Üsküdar`da.