Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Zeki ORDU


TAŞ FIRIN


Her şey dev­ri­ne göre kıy­met­li. Ta­bi­ri ca­iz­se Ekmek elden su göl­den? ya­şı­yo­ruz.

Eş­ya­nın az ol­du­ğu za­man­lar­da de­ğe­ri de faz­lay­dı. Şim­di­ki gibi ?kul­lan at? at tarzı eş­ya­lar yoktu. Kul­lan­dı­ğı­mız şey­ler bo­zu­lur­sa mut­la­ka tamir edi­lir­di. Hiç­bir eşya zayi edil­mez­di.

Özel­lik­le köy­lü­ler çok şey­den mah­rum­du. Fab­ri­kas­yon ürün­ler­da­ha ha­ya­tı­mı­za gir­me­miş­ti. Yi­ye­cek­le­ri­mi­zi ken­di­miz üre­tir ken­di­miz tü­ke­tir­dik. Ne bün­ye­sin­de ?hor­mon? vardı ne de ?kim­ye­vi? mad­de­ler... Her şey tabii mec­ra­sın­da olur­du.

Ekmek temel gı­da­la­rın ba­şın­da ge­li­yor­du. Diğer yi­ye­cek­ler tar­la­da ye­tiş­ti­ri­lir şe­hir­den şeker, yağ ve gaz­ya­ğı alı­nır­dı. Diğer bütün be­sin­le­ri ken­di­le­ri üre­tir­ler­di.

Ek­me­ğin temel mad­de­si un yani mı­sır­dı. Yaz son­la­rı­na doğru hasat edi­len mısır iki şe­kil­de ku­ru­tu­lur­du. Bi­ri­si gölge bir yerde uzun süre bek­le­ti­lir ve bun­dan elde edi­len un­la­ra ?çiğ darı unu? de­nir­di. Fı­rın­da ku­ru­tu­la­nın ise ?fırın mı­sı­rı? adı ve­ri­lir­di.

Her iki unun tat­la­rı fark­lıy­dı.

Taş fı­rın­lar her ma­hal­le­de belli sa­yı­da bu­lu­nur­du. Ma­hal­le­nin ortak ma­lıy­dı yani. Köylü önem­li sa­yı­da kış­lık ih­ti­ya­cı­nı fı­rın­lar sa­ye­sin­de gö­rür­dü. Özel­lik­le mı­sır­lar daha çok fı­rın­lar­da ku­ru­tu­lur­du. Ay­rı­ca yeşil fa­sul­ye, elma, armut ve ben­ze­ri mey­ve­ler bu­ra­da ku­ru­tu­lur kış için ha­zır­lık ya­pı­lır­dı.

Kom­şu­lar fı­rın­da işi ol­du­ğu zaman sı­ra­ya gi­rer­ler­di. Kimse kim­se­nin hak­kı­na te­ca­vüz etmez, hak­ka­ni­yet için­de iş­le­ri­ni gö­rür­ler­di. Fı­rın­da iş gör­me­nin diğer adı da ?fırın atma? ola­rak bi­li­nir­di.

Fı­rın­lar ön­ce­den çalı çır­pı­lar­la ya­kı­lır belli bir kı­va­ma ge­lin­ce ne ku­ru­tu­la­cak­sa fı­rı­na ko­nur­du. Ağzı ka­pa­tı­lıp makul bir süre bek­le­nir, fı­rı­nın ka­pa­ğı açı­la­rak ?ha­va­lan­dı­rı­lır? ve içeri ko­nu­lan şey­ler ka­rış­tı­rı­lır­dı. Böy­le­ce fı­rı­na ko­nu­lan şey­le­re ısı eşit etki eder, bir yanı ya­nar­ken bir yanı çiğ kal­maz­dı.

Bu işler yazın olur­du. Fı­rı­nın tavı ayar­la­nır­ken fı­rın­dan çıkan alev­ler fırın ya­kı­cı­la­rı­nın yüne ge­lir­di. Dı­şa­rı­nın ısısı bir yan­dan fı­rın­dan çıkan alev­ler bir yan­dan fırın ya­ka­na zor anlar ya­şa­tır­dı. Ancak ?zah­met­siz rah­met olmaz? ka­bi­lin­ce bu zah­me­te kat­la­nı­lır, yok­luk gün­le­ri de dü­şü­nü­le­rek işin bir an evvel bit­me­si sağ­la­nır­dı.

As­lı­na ba­kı­lır­sa ha­va­nın ve fı­rı­nın sı­cak­lı­ğı; yok­lu­ğun ve fa­kir­li­ğin ver­di­ği gönül alevi ya­nın­da yok sa­yı­lır­dı. Mah­ru­mi­ye­tin ver­di­ği hüzün sa­ye­sin­de içeri akan göz­yaş­la­rı terin ya­nın­da çağ­la­yan­lar gi­biy­di. Her şeye rağ­men fı­rı­na ko­ya­cak bir şeyi olmak çok önem­liy­di. Fı­rı­nın için­de­ki­ler sa­ye­sin­de kim­se­ye el açıl­ma­ya­cak­tı.

Ço­cuk­lar için fırın ?posul? veya? fosul? de­mek­ti. Posul/fosul el­ma­nın so­yul­ma­dan büs­bü­tün fı­rı­na atı­lıp bir zaman sonra ye­nil­mek üzere alın­ma­sı de­mek­ti ki ço­cuk­lar buna ba­yı­lır­dı.

Daha sonra bak­kal­lar­da ku­ru­tul­muş bazı mey­ve­ler raf­lar­da­ki ye­ri­ni aldı. Buğ­day unun­dan ekmek yapan fı­rın­la­rın sa­yı­sı arttı. Yok­luk gün­le­ri­nin izi yavaş yavaş si­lin­di. Ge­ri­ye ne mısır ek­me­ği için fırın atan kaldı ne de fı­rı­nın ken­di­si.

Gü­nü­müz­de nadir de olsa taş fı­rın­lar­dan ayak­ta ka­lan­lar var. Hatta ba­zı­la­rı az da olsa kul­la­nı­lı­yor. Kul­la­nıl­ma­yan­lar ise yı­kıl­ma­ya mah­kûm edil­miş. As­lın­da on­la­rın ko­ru­ma al­tı­na alın­ma­sı lazım. Bir za­man­lar bir dev­rin en mühim ya­pı­la­rı olan taş fı­rın­lar özel­lik­le fa­kir­li­ğin, fu­ka­ra­lı­ğın, zah­me­tin, terin ve içe akı­tı­lan göz­yaş­la­rı­nın birer sem­bo­lü.

Taş fı­rın­lar için­de­ki ale­vin yaz sı­ca­ğı ile bir­le­şip gönül ale­viy­le mü­ca­de­le­nin tem­sil­ci­si­dir. Bak­ma­yın adı­nın taş fırın ol­du­ğu­na on­da­ki yu­mu­şak­lık çok az şeyde var. Gönlü olan­lar ancak anlar?