Bugün, 28 Mart 2024 Perşembe

Zeki ORDU


TERME BELEDİYESİ VE GAZETECİLERE KAHVALTI

TERME BELEDİYESİ VE GAZETECİLERE KAHVALTI


I.

Ben; Ordulu, Konyalı, Mardinli, Edirneli, Bursalı…

Ben; Perşembeli, Gedizli, Bismilli, Termeli…

Ben; Üsküplü, Şamlı, Bakülü, Bosnalı…

Ben; Suriyeli, Azerbaycanlı, Mısırlı ve Türkiyeli…

Bu bir gönül coğrafyasıdır ve sınırları harita ile çizilmemiştir. Nasıl çizildiğini tarihten öğrenmek lazım ama nerelerin çizildiğine coğrafya karar vermez…

II.

Bu ülke bizim. Kim bu ülkenin neresinde bir taşın üzerine bir taş daha koymuşsa onlara minnettar ve müteşekkiriz.

Ülkemin her tarafının mamur, müreffeh, sulh ve sükûn içinde, düne göre inkişaf veya tekâmül etmiş olması bizi sevindirir, mesut eder.

Yaşadığımız yerler dün de bizimdi yarınlarda da bizim kalacak veya olacaktır.

Biz vatandaşız, kurallara uyarız. Yapılanlardan ve yapılmayanlardan mesul değiliz. Çünkü salahiyet noktamız yönetilmek şimdi.

III.

Terme Belediye Başkanı Sayın Ali Kılıç Beyefendi, gazeteciler günü münasebeti ile Terme basınıyla kahvaltılı bir toplantı yapılmasında öncülük etti ve lütfedip bizi de davet ettiler. Aslen Termeli olmadığım için yedi sene havasını teneffüs edip ekmeğini yediğim ve suyunu içtiğim bu şehirde bazı gözlemlerim oldu. Anlatılanları dinledim, yazılanları okudum, bizzat müşahede ettiğim durumlar oldu. Yani bazı konulara kısmen vakıf oldum.

Bu açıdan kahvaltı belki istişare mahiyetinde olur diye düşündüm. Yöneticilerin zaten resmi ekipleri var. Onlar her şeyin en doğrusuna karar verirler. Belki farklı bir görüşü de olur veya söz alırsak biz de bir şeyler söyleriz ümidiyle Ünye’den kalkıp Terme’ye vardık.

Önce  bir sinevizyon çalışması ile Terme Belediyesinin yaptığı hizmetlerin yanı sıra hedeflerini, devam eden çalışmaları ve bu husustaki kararlılıklarını gösteren bilgiler, görüntüler sundular. Hepsi de güzeldi. Bütün mesele orada gösterilenleri icraata dökmekti. Eskilerin tabiri ile kuvveden fiile geçirmekti. Yani mevzu anlaşılmıştı.

Daha sonra Sayın Ali Kılıç Beyefendi kısa bir konuşma yaptı ve artık orada bulunanların konuyla ilgili fikirlerinin ne olduğunu öğrenmek istedik. Buraya kadar düzenli giden şey bu safhadan sonra kişilerin mikrofona aşinalığının bir tezahürü olarak “monoloğa” dönüştü. İstişareden çok ikna veya teferruatın dahi izahata dönüşmesi; bana, bir televizyon programında misafir olarak çağırılan kişilere benzemişim gibi hissettirdi. Kısaca “Karnınız doydu biraz daha dinleyin” durumuna düşmek benim alışık olmadığım bir şeydi.

Bir konu ne kadar uzun anlatılırsa unutmalar başlar, kopmalar olur. Sinevizyonu takip ederken aklımdan geçenleri yazamadım. Hâlbuki oradakiler, fikirlerini veya sorularını sorduktan sonra cevabını basına yazılı olarak verilseydi; seyirci vaziyetinden, müdahil vaziyetine geçmiş olurduk ki şahsım adına kendimi mühim bir şahsiyet olarak addederdim.

Konuşmak için aldığım notları usulca cebime koydum. Artık söz almanın lüzumu yoktu. Nasıl olsa ilçenin problemleri belli, çözüm yolları belliydi. Hariçten gazel okumanın lüzumu yoktu. Zaten ben kendi kendime kalınca gazeli kendime yazıyordum.

Düşündüm ve gazetede müsaade ettikleri müddetçe “içtimai meseleler” yerine çiçekten, böcekten, Ayla’dan, Leyla’dan bahseder; hem günü kurtarır hem de suya ve sabuna karışmazdım. Su ve sabun orada dursun. Belki lazım olan olur.

IV.

Ben; Türk-İslam coğrafyasını yurt sayan şahıs. Nereye, kim, ne surette, ne için bir hizmet etmişse hepinize teşekkür ederim. Ayrıca, her fikrin “İrabdan mahalli olması” gerekmez. Yazımı bir Farisi beyit tercümesi ile bitireyim:

“Gül bahçemi gör de baharımı anla!”

Öyle değil mi Asuman?..