Bugün, 8 Mayıs 2024 Çarşamba

Selim EROĞLU


TERME’NİN SEYFİ BABASI…

TERME’NİN SEYFİ BABASI…


Terme’den görev icabı, ( mecburiyetten dolayı) ayrılalı yaklaşık üç ay olmuştu. Tayin isteyiş sebebimi yakın çevrem ve arkadaşlarım biliyordu. Ayrıca herkesin bilme gibi bir mecburiyeti de yoktu. Olması da gerekmiyordu. Neticede özel bir durumdu.

   Yine her hafta sonları geliyor ve tanıdıklarımla hasbihal ediyordum. Bir nevi sadece görev yerim değişmiş gibiydi. Aradan neredeyse üç ay geçmişti. Bir öğretmen arkadaş “geçen gün seni Mehmet Dayı sordu” dedi. ‘’Hangi Mehmet Dayı, beni niye sorsun ki’’ dediğimi hatırlıyorum.

   Arkadaşım, “hani şu oduncu, cami kuşu, beyaz sakallı, güleç yüzlü Mehmet Dayı var ya o” dedi. “Allah Allah ne diye sordu” dedim.

   Arkadaşımın ifadelerine göre aynen şöyle demiş:

   “Bir Selim Hoca vardı. Her sabah namaza gelirdi. Şadırvanda yan yana abdest alırdık. Güzel güzel sohbet ederdik. Güreşten, pehlivanlardan, Kırkpınar’dan bahsederdik. Sessiz sedasız kayboldu. Bırak camiyi çarşıda da göremiyorum. Yoksa öldü mü? Ölse duyardım. Tayini çıksa, buralı, niye tayini çıksın ki?”

   Evet, Mehmet Dayı’yla her sabah namazında buluşur, çıkışta kimi zaman musafaha eder, kimi zaman sohbet ederdik. Sair zamanlarda başka konulardan konuşurduk.

   Mehmet Dayı’nın bana ısınması, ata sporumuz güreş sayesinde oldu. İleri derecede güreş hastası imiş. Her yıl ne yapar ne eder Kırkpınar’a gidermiş. Bir çırpıda en az on pehlivan ismi sayardı. Bir arkadaşın “Selim Hoca da güreş meraklısı, tam kafana göre adam” demesiyle kendimi mevzunun içinde buldum.

  ‘’ Kenan Şimşek’in başpehlivan olduğu sene ben de Kırkpınar’daydım.’’ Ağzımdan bu cümleyi duyan Mehmet Dayı daha peşimi bırakmadı. Şadırvanda, cami çıkışında, havuz başında, her görüşmemizde, uzun uzadıya güreşten, pehlivanlardan bahsettik.

   Mehmet Dayı güreş üzerine konuşmalardan o derece mesut ve bahtiyar oluyordu ki anlatamam.

   Uzun bir aradan sonra, Mehmet Dayı’yı havuz başında buldum. “Mehmet Dayı, beni sormuşsun, hayatta olup olmadığımı bile merak etmişsin. Özellikle beni namazımla hatırlamana çok sevindim. Senin bu şehadetin aciz bir kul olarak bana yeter” dedim ve işin mahiyetini anlatım.

   O kadar memnun oldu ki anlatamam.

   ‘’Cami Kuşu’’ diye bilinen, yaşı sekseni geçmiş, nurani ve güleç yüzlü, sohbet ehli, insan canlısı, etrafına daima olumlu enerji yayan, bir an bile olsun isyankar olmayan Mehmet Dayı, Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş. Cenazesinde bulunamadığım için üzgünüm.

   Sosyal güvencesi var mıydı, bilmiyorum. İlerlemiş yaşına rağmen çalışmaktan bir an geri durmazdı. En önemli işi, elinde baltası odun keserdi. Hem odun keser hem spor yapardı. Bundan olsa gerek hiçbir sağlık sorunu yoktu.

   Yüzü daima gülerdi. Sohbet etmeyi severdi. Hiç acizlenmezdi. Ne sorarsan sor “şükür Allah’a” der geçerdi.

   Bir dokun, bin ah işit nevinden değildi.

   İnsanlardan beklentisi olmazdı. Ne dilerse Allah’tan dilerdi. İhtiyaç sahibi olmasına rağmen çay parasını bile kendi vermek isterdi. Beş vakit namazını, cemaatle Tahta Camii’de kılardı. Bir an bile aksatmazdı. Bundan olsa gerek kendisine “cami kuşu” diyorlardı.

   Ben onu, azminden, çalışkanlığından, güler yüzünden  dolayı Mehmet Akif’in Seyfi Baba’sına benzetirdim.

   Kim kazanmazsa bu dünyada ekmek parası,/ Dostunun yüz karası, düşmanın maskarası.

   O, bu düşünceyle tam tamına mütenasip bir ömür sürdü. Son ana kadar çalıştı. Hep helal ekmeğinin peşinden koştu. Ne dostlarının yüzünü kara çıkardı, ne de düşmanlarına maskara oldu.

   Beş vakit namazını cemaatle eda ettiği Tahta Camii’den ebediyete uğurlandı.

   Bizlerin, bilhassa gençlerin ondan alacağı çok ders var. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.