Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Mustafa CAN


Tuğçe´yi Tanıyor musunuz?


Nereden tanıyacaksınız? Ben de bu soruyu saçma bir şekilde sorma cesaretinde bulundum. Aynı şehir, aynı mahalle, aynı cadde ve aynı sokaktan vazgeçtim, aynı binada oturanlar birbirlerini tanıyorlar mı? Tanıyorlar mı, sorusunu da çok saçma buldum. O halde kim kimi tanımakta? Aile kendi aralarında tanışlar mı? Dertleşirler mi? Koklaşırlar mı? Hal ve sıkıntılarından haberleri var mı?

Modern çağın hastalığı demişiz ve atmışız suçu başkalarına, zamana, dertlerin bolluğuna. Biz suçlu değiliz ki! Başkası, el, tanımadıklarımız, tanıdıklarımız. Yaban suçlu ise, kim anlayacak beni ve bizi? Biri çıkar mı ki bir tünelden?

Ne kadar da çok soru sorma hastalığına tutulmuşum, dersiniz. Bağışlayın Tuğçe´yi tanımak rastlantısını yaşayıncaya kadar hiç de bu hastalığa yakalanmamıştım. Tuzak kurdu küçük bir yolculuk bana. Kasabadan büyük şehre gidiyordum. Belediye otobüsüne bindim. Sağ ön ikinci sıra. Önümde iki bayan. Orta yaşlarda. Biri yani sol tarafta oturan biraz iri. Yüz hatlarını tam manasıyla göremiyorum. Ancak konuşmaya başlayıncaya kadar sürdü bu durum. Taşıt belediye otobüsü. Kasaba ile büyükşehir arasında ki durakların vazgeçilmezi.


Kasabanın okul sayısı arttıkça, arttığını söylemek yerinde bir cümle mi? Bence değil. Nüfus artacak elbet ve ona paralel, okullar da sayıca çoğalacaktı. Kasabanın nüfusu arttı ve okulları çoğaldı.

Çok çeşitli okul olsa da bazı okulların özelliği ve adı kasabaya semboldür ve yakışır. Kasaba o okulla anılır.


Bu lise, ırmak kıyısına düşen bu lise, bu kasabanın da sembolü dersem yerinde olur. Öğretim yılı bitişiydi. Bir başka ifade ile yaz mevsimi gelmek üzere, hatta geldi bile. Yaz tatili başlangıcında okul bir başka hareketlilik kazanır. Yaz tatiline giren öğrencilerin ellerine verilen kâğıt parçası, adını karne olarak okul sözlüklerinde bulur.


Tam da o güne düşen bir zaman dilimi, saat öğleye yakın. Arkadaşa şekerli kahve içimine davet edilen ben, ikinci sıra yolcusu ve meraklı gözlerle yol boyu tabiata, güneşin ışıklarına merhaba diyen yeşilliği seyre koyuldum. Gözlerim dışarıda gezmeye çıksa da kulaklarım mekân içi sese kendini vermeden edemiyordu.


?Tuğçe´yi ben bugün bir başka yönüyle tanıdım. Sen fark etmedin mi?? Bu söz bana, gözlerim dışarıda kalsa da kulaklarımın içeride kalmasını emreder oldu. Otobüs oturakları dolunca ara yolculardan ayakta olan bir genç, oturan bayanları selamlayıp iyi tatiller dilediğinde, ?Hocam? sözünden anlaşılır olan şey, önümdekiler aynı okulda, yani lisede öğretmendiler.


?Ben o kızı ta liseye başladığı andan itibaren tanırım. Çalışkan, cesur, kararlı ve azimli bir kız o.?


?O bugün karnesini ve başarı belgesini, yani okul birinciliği hediyesini alırken, görülecek bir duruşa sahipti. Konuşmasını çok kısa tuttu. Bir söz beni sarstı.?


?Nasıl bir sözdü seni sarsan? Gerçi ben her kelimesini çok yerinde bulduğumu söyleyebilirim. Bize de ders verici bir konuşmaydı.?


?Kendimi, ailemi ve sizleri kısaca hayatı öğrendiğim yuvadan ayrılıyorum. Lâkin fizikî olarak ayrılışımı hesaba katmıyorum. Benim geleceğimin kaynağını oluşturan bu sıcaklığı, içimde bir yerde saklayarak ayrılıyorum. Arkadaşlarıma ve hocalarıma borçlu olduğum sevgi ve insanî duyguların hiç eksilmemesine dikkat edeceğime huzurlarınızda söz veriyorum. Başarı hak eden
bütün çalışanların olsun dileklerimle,? dedi. Mikrofon başında ağladı, beni de ağlattı.


Güzel kız, çalışkan kız, iradeli kız ve kendini toplumun kirliliğinden kurtaran kız. Tuğçe, seni yakından tanımak isterdim. Türk´ün sana ihtiyacı var, bilesin...