Bugün, 28 Mart 2024 Perşembe

Zeki ORDU


TÜMCEDEN HOŞ GELDİNİZ

TÜMCEDEN HOŞ GELDİNİZ


Tarihçiler her devri kendi zamanına göre değerlendirmek lazım diyorlar. Çünkü her devrin anlayışı diğerine uymayabiliyor.

Şimdi yazacağım konu yaşanmış bir hadise. Daha doğrusu benim başımdan geçti. Ancak aradan geçen yıllar anlaşılmasını zor hale getirdiği için bu zamana kadar yazılı olarak dile getirmedim. Bazen dost meclislerinde hatıralar babından anlatıldığı olmuştur.

Takvimler yetmişli yılların ikinci yarısını gösteriyordu. Ülkede televizyonlar bile her eve girmemişti. Sadece siya-beyaz yayın yapan bu sihirli kutu daha çok işyerlerinde ve kahvelerde bulunuyordu.

Türkiye’nin köyleri de yetmişli yılların sonlarına doğru elektrik ile tanıştı. Kapalı bir toplumduk. Radyo hala daha önemliydi.

Ülkede bazı hareketlenmeler olduğunu duyamıyorduk. Ne zaman lise tahsili yaşına gelince bazı şeyleri duymaya başladık. İşte onlardan biri de bir edebiyat derslerinde olmuştu.

Ülkede bir dil tartışması olduğundan haberimiz yoktu. Bu hususta ülke ikiye ayrılmışmış. Bir tarafta gelenekçiler, diğer tarafta yenilikçiler. Daha sonra bu iki tarafa başka isimler de kondu. Neyse konumuz bu değil.

Edebiyat öğretmenimiz –yaşıyorsa Allah selamet versin- bize “Öz Türkçe” kelimelerden bahsetti. Hatta tahtaya elli civarında kelime yazdı. Bize “Bunları ezberleyin, bunlar ‘Öz Türkçe’ kelimeler” dedi.  Bazı açıklamalar yaptı. Bize “Dilimizi bazı yabancı ‘kökenli’ kelimelerden arındırmamız gerek” dedi. Biz de masum masum dinliyorduk. O zamanlarda çok özel bir durum olmadığı müddetçe öğretmene bir şey demek mümkün değildi.

Tahtaya yazdığı kelimeleri defterimize geçtik. Bize “Bir hafta sonra istediğiniz bir konuyu kompozisyon bütünlüğü içinde yazınız ve tahtadaki kelimelerden birini kullanmak ‘zorunda’ kalırsanız ‘Öz Türkçe’ olanını tercih ediniz” dedi.

Hepimiz “evet” anlamında başımızı salladık.

Bir hafta sonra ödev kâğıtlarını öğretmene teslim ettik.

Aradan bir hafta daha geçti. Bir hafta sonra öğretmen sınıfa biraz gergin girdi. Defteri imzaladı. Kime baktığı tam olarak belli olmadığı bir halde “Zeki Ordu ayağa kalk” dedi.

Ayağa kalktım…

Ne demek bu “Tümceden hoş geldiniz” dedi. “Bu ne saçma… şey, yani ifade” dedi. Üç nokta yazdığım yerde “cümle” kelimesini kullandığı için onu sonra “şey ve ifade” ile değiştirdi. Ağzı alışmıştı belli ki.

Ben ayakta, yüzüm al al olmuş vaziyette, düğmelerim ilikli esas duruşta ve kısık bir sesle “Hocam ‘hoş geldiniz’ kelimelerinin öz Türkçesini bilmediğim için sadece ‘cümle’yi tümce diye ‘tercüme edebildim” dedim.

Öğretmen daha çok kızdı. Sınıfa beni göstererek “Hala ukalalık yapıyor” dedi. Dorusu bir şey anlamamıştım. Ne zaman “cümle” kelimesi ( af edersiniz ‘sözcük’ kelimesi kullanmak ‘zorunda’ kalsam ‘tümce’ şeklinde yazmıştım. Nedense hoca beğenmedi.

Sınıfa döndü. “Hiç ‘Tümceden hoş geldiniz’ diye bir ifade olur mu?” dedi. Çoğunluk “olmaz” dedi. Birkaç kişi ise “Peki bu durumda nasıl yazılır” diye öğrenmek için sordu. Öğretmen onlara da kızdı. Biz yine neden kızdığını anlamamıştık.

Sonra ödev kâğıdımı çıkarttı. Başladı “Yanlış(!) ifadelerimi okumaya. Sınıfa dönerek “İyi dinleyin!” diye bir ikazda bulundu. Ödev kâğıdımda olan bazı cümlelerin altını çizmişti.  İşte onlardan birkaç tanesi:

“Allah, cemi tümcemizi bütün musibetlerden korusun! Ne olduğunu Tümce âlem biliyor.

Eztümce.”

 

Bütün bu ifadelerin bir protesto olduğunu izah etti. Sınıfta bazıları bana kızgın, bazıları da hayran hayran bakıyordu. Ben ise önüme bakıyordum. Belli ki cürüm büyüktü.

 

Konuyu uzatmayalım. Benim için zor gündü. Tekrar görüşmek üzere “Tümceten hoşça kalın…”