Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Mehmet TÜRKAN


TÜRKÇEMİZ ÖLÜYOR MU? (1)


Günden güne kelime Hazinelerini kaybetmiş, üç beş kelime ile konuşan bir nesli gördükçe, sesli harflerinin yutulduğu yazlıların çoğaldığını, hatta yazı bile diyemeyeceğimiz bu dil ucubelerini müşahade ettikçe yüreğimin parçalandığını hissediyorum.

Türkçenin bir imparatorluk dili iken zirveden düşüp bu gün başına gelenler ile ilgili birçok defa yazı yazmıştım ama yine birkaç kelam etmenin faydalı olacağına inanarak daha önce kaleme aldığım bir yazımı önemine binaen yenidenpaylaşıyorum.

Sömürgeci ülkeler bir milleti esaret altına almak istiyorsa önce o milletin dilinden işe başlamıştır. Milletlerin dilini bozup aralarında iletişimi kopardıktan sonra onları egemenleri altına almanın daha kolay olacağını düşünmüşler ve bunda da başarılı olmuşlardır. Ülkelerin temeline dinamit koymaya milletlerin dilinden başlamışlardır.


Geçmişte Avrupalı Türkologların çalışmalarının birçoğunun bu yönde olduğunu biliyoruz. Türk dili ve kültürü üzerine yaptıkları derleme ve araştırmalardan dilin ve kültürün inceliklerini öğrenerek bunları sömürücü güçlerin emellerinde kullanmaları için malzeme olarak vermişlerdir. Tabi bu araştırmaların Türkçenin gelişimine büyük faydaları da olmuştur. Bu sayede Türkçenin bilinmeyenleri de araştırılmış bir açıdan da dilimize hizmet etmişlerdir.. Mesela, Anadolu´yu baştanbaşa gezerek derlemeler yapan, birçok masal ve efsaneyi edebiyat dünyasına kazandıran Macar Türkiyatçı İgnaz Kunoş bunlardan biridir.


Bu kısa bilgilerden yola çıkarak bu yazımda Türkçenin başına gelenleri anlatmaya, bir gönül inlemesiyle günümüz gençlerine bir durum değerlendirmesi yapmaya çalışacağım. Dilimizin nasıl yozlaştığını, bu yozlaşmanın nelere yol açacağını sizlerle paylaşacağım.


Bu gün ki gençlerimizin birçoğunun yazışmalarında kelimelerin yarısını yuttuğunu, birbirleri ile yazışırken ya sesli harfleri ya da sessiz harfleri yutarak haberleştiklerini görüyoruz. Türkçenin güzelliklerini, merhabanın ve selamın sıcaklığını mrb, nbr, slm? gibi anlamsız kısaltmalara Türkçe´nin sıcaklığını, kelimelerin estetiğini feda ettiğini ve kelimeleri teknolojiye kurban ettiğini üzüntüyle görüyoruz.


Bunun temelinde yatan birçok sebep var. Bir kere okumuyoruz. Okumadığımız içinde yazmıyoruz ya da yazamıyoruz. Öğrencilerimize sorduğumuzda hemen hemen hepsinin bir mektup dahi yazmadığını müşahede ediyoruz. En başarılı öğrencilerimizin bile bir dilekçe yazmaktan aciz olduğuna şahit oluyoruz. Bunun yerini teknolojik aletler ve sayfalar almış. Bu sebeple de yazmanın yerini kısaltmalar ve şekiller almış.


Aslında dilimiz o kadar sıcak ve o kadar yürekten sözlerin harmanlandığı bir dil ki bunu şairlerin mısralarında, halkımızın manilerinde ne kadar enfes şekilde yansıdığı müşahede ederiz.


Sehl-i mümteni diye bir sanat vardır. Bu edebi sanat, bir sözün veya şiirin çok kolay söylenmiş gibi görülmesine rağmen çok derin anlamlar ifade eden ve hadi bir de biz söyleyelim dediğimiz zaman söyleyemediğimiz söz numuneleridir. Dilimiz bu tür mısralarla doludur. Mesela;


A benim bahtı yârim


Gönlümün tahtı yârim


Yüzünde göz izi var


Sana kim baktı yârim.


(Devamı Haftaya)