Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

B.Rahmi ÖZEN


TUTKUNUN KALBİNE FIRLATILAN OK - I

TUTKUNUN KALBİNE FIRLATILAN OK - I



Kâinattaki bütünlüğün dünya üstündeki yansımasıdır, doğa.
Torosların üstündeki en görkemli dağlardan biri olan Aladağların doruklarıydı yolculuğumuz. Bir ışık büyüsüne tutulmuş gibi başladı. Tutkunun kalbine fırlatılan oktu sanki.
Ah, Aladağlar!
Onlar, Anadolu'nun batısında yürüyerek ulaşılacak en yüksek kara parçası... Burada bilinmez bir yolculuğun patikası gibiydi ufuk çizgisi. Yürüdükçe açılıyor önümüzdeki bu çizgi. İlerledikçe genişliyor üstünde yürüyenlerin bakış açısı.
Niçin bu adla anılıyordu bu dağlar?
Onu anlatabilmek için akşamı ve sabahı beklememiz gerekiyormuş. Buraları bilen bir dostumuz söylüyor bunu. O, bu dağların üstünde bulunan bir Yörük köyünde ilkokul öğretmenliği yapmıştı.
Söylence bu ya; Aladağlara bu adı Güneş vermiş. Her sabah ve her akşam, bu dağları Güneş, kızıla boyarmış. Güneş, tepeye çıkınca kendine özgü rengine kavuşuyor Aladağlar. O zaman bayılıyorsunuz yolculuğun zevkine.
Üstünde yürüdüğümüz kayaların çok garip bir rengi var. Buralara geç gelen baharla birlikte eriyen karlar, henüz dönüyordu su olarak ırmaklara.
Ne garip değil mi? Çocukken bir evin en ücra köşelerine sığınır, içlenir, küser ya da ağlar insan. Büyüdükçe bir ev, bir köy, bir kent yetmez insana. Gelirler ve buralarda gezinir, işte yüreğindeki yüce bir sevda uğruna.
Geyiklidağ'ın eteklerinde cipimizi durdurduk. 
Cip arkasındaki karavanla daha tırmanamayınca dağı cip ve şoförümüz burada kaldı. Son durduğumuz yerde patinaj yapmıştı. 
Yaya olarak tırmanıyoruz dağlara. 
Yıllardır hasret kalmıştık; dağ yollarında böyle güzel bir tabiatın içinde yürümeğe. Çevresindeki ormana bakınca kuş olasımız geldi.               
Doğal tabiatın ve bitki örtüsüyle donanmış dağların güzelliğine hayran kalıyoruz. Şehir hayatında içimize yüklenen bütün birikimleri boşaltmak için;
'Heyyy!' diye haykırıyoruz.
Ses,  karşı dağlara ve ormana vuruyor. Aynıyla geriye yankı yapıyor. 'Heyyy!'  
Sesin geriye bu denli yankı yapması ruhumuzda derin bir iz bırakıyor.
Burada dağlara ve ormanlara seslenince; sanki dilleri varmış gibi geriye ses veriyorlar.  
Toroslara tırmanırken başından beri tepelerinden hiç eksilmeyen karakuşlar, belki ilk kez bu denli alçaktan uçuşuyorlardı. Cipten ininceye dek çevremizde uçuştular. Bu kuşlar çift çift uçuşuyordu. Biri dişi, biri erkek… Toros kartallarıydı. Başka bir yörede görünmezlerdi. Sadece Torosları yurt edinmişler. Baktılar ki; cipten, insanlar iniyor, tekrar göğün derinliklerine doğru yükseldiler. Öyle yükseldiler ki, bulutların içinde kaybettiler kendilerini.
Yörük Türkmenlerinin ata döşeği buraları. Bu dağlar, onlar için kutlu ve sevgili. Bu dağların pek çok tepesine ermişlerin, evliyaların adlarını koymuşlar. 
Medetsiz'in az ilerisinde Geyikdede tepesi var. Kadıncık vadisinin öbür tarafında, cibimizi bıraktık. Geyikdağı da aynı kaynaktan almış adını.
    Buralar, eskilerde Karacaoğlanların, Dadaloğullarının ve daha nice âşıkların sığınıp barındığı, atlarının toynak vurduğu yurtlardı.
Alnı mor perçemli bir sevgilinin öyküsü anlatılıyordu eskilerde buralarda. Nice yıllar önce silahlar patlamış, davullar vurulmuş, sazlar çalınmış, yârenlikler yapılmış. Pazar yerleri kurulmuş, haykırışlar ve at kişnemeleri, uzak yamaçlarda gidip gelmiş bu dağlarda.
Süt sağıyordu Yörük gelinleri; koyundan, keçiden, bez parçalarıyla diri renklere bezenmiş mayaların dolu dolu memelerinden. Yayık vuruyordu kadınlar... Kızlar, çamaşır yıkıyorlardı dere boylarında. Pınar gözelerinin başındaki beyaz taşlar üstünde bindallı etekli kızların neşesi ve kahkahaları, göklere ağıyordu. Her birinin zülüfleri ve alnındaki perçemleri kıvrım kıvrımdı. Taşlar üstünde bahtlarıyla şakalaşıyorlardı.
İnsanla yaban hayatın çekişmesinin yeriydi buralar. Subaşlarında şafak vakti; geyiklerle yabankeçileri birbirine karışıyor, üstümüzden kaya kartalları uçuşuyor. 
Dağların bu umulmadık gezgin konuklarıyız. Burada adeta göğün ters çevrilmiş mavi havuzunda yıkanıp toprağın yeşil havlusuyla silinmiş gibi hafif hissetmeye başladık kendimizi.
Ne kadar ferah... Kuş tüyü gibi hafifledik. Yıkanmak göğün maviliğiyle, ne tatlı olurmuş meğer.
Gerçeğin dili konuşunca dağlar ne güzelmiş, meğer