Bugün, 19 Nisan 2024 Cuma

Zeki ORDU


ÜÇ KİŞİ ARKADAŞ OLUR MU?

ÜÇ KİŞİ ARKADAŞ OLUR MU?


Rahmetli dayım üç kişi arkadaş olma derdi.

Dayım hiç okula gitmemiş ama ilkokul diplomasını dışarıdan almıştı. Öyle usulen alınmış bir diploma değildi diploması. Bir işe müracaat etmek için de alınmış değildi. Tek gayesi “Benim de tahsilim var” demek içindi. Tahsili ve bir şey öğrenmeyi çok severdi.

Ben daha ilkokul ikinci sınıfta iken günümüz eğitim sisteminde yedinci sınıfta öğretilen matematik konularını bana öğretmeye çalışır, ben başaramayınca da; “Ben hiç okula gitmeden öğrendim de sen iki sene okul yüzü gördün nasıl yapamazsın” derdi.

Yani dayımın diploması benim beş sene sonra aldığım diplomaya resmi olarak eşse de mahiyet bakımından üstündü bence. Hani şu kemiyet, keyfiyet meselesi gibi.

Rahmetli dayımın bildikleri diploma ile sınırlı değildi. Tam bir “Hayat Bilgisi” öğretmeniydi. Bana bol bol okuma üzerine nasihatler ederdi. Bilginin gücünden ve hususiyetinden kıssalar anlatırdı. Köyde akranlarıyla onların anlattığı konular üzerinde sohbet ederdi. Bir defasında dayıma; “bana anlattıklarını arkadaşlarına da anlatsana” dediğimde, bana ; “Ne beni anlarlar, ne de bundan sonra dinlerler. Bu kafayı üşütmüş derler. Adımız deliye çıkar” derdi.

Yetmişli yıllardı ve ben daha yeni buluğ çağına geliyordum bu sohbetleri yaptığımızda. Daha doğrusu o anlatıp ben dinlediğimde.

Yarı çocukluk muhayyilemde dayımın ne demek istediğini anlayamazdım. İçimden “Ben anlıyorsam onlar da anlar” diye düşünüyordum. Dayımın haklı olduğunu 25 sene sonra anladım.

Dayım sosyoloji, psikoloji, tarih, edebiyat bilmezdi. Diplomasını saymazsak “Hayat Okulu” mezunuydu. Muhtelif konulu yirmiye yakın hâkim huzuruna çıkıp, dava görmüşlüğü vardı. Hukuki mevzulara biraz ilgisi vardı. Tuhaf adamdı yani.

Bir gün bana “Bak yeğen, sen sen ol üç kişi samimi arkadaş olma. İki kişi ol, dört veya daha fazla kişi ol ama sakın üç kişilik bir grup kurma” derdi.

Biraz düşündüm. Birkaç gün sonra sebebini sordum. Bana “Üç kişi arkadaş olunca bazı konularda iki kişi aynı tercihte bulunup biri farklı tercihte bulunabilir. İşte o zaman o bir kişi kendisini dışlanmış gibi hisseder” dedi.

Yaklaşık bir hafta bu sözü düşündüm. Bazen dayıma hak veriyor, bazen de daha fazla olunca neden itiraz etmedi diye geçiriyordum zihnimden. Öyle ya üç kişiden biri ayrı düşününce kendini dışlanmış hissediyorsa, beş kişiden biri niye dışlanmış hissetmesin.

Kendi kendime sorduğum bu soruya, kendim cevap aradım uzun süre. Ancak makul ve mantıklı bir cevap bulamadım. İşin esasını dayımdan öğrenmem gerekiyordu. Mutlaka bir açıklaması olmalıydı.

Dayım çayı severdi ve her gece onunla çay eşliğinde gece yarılarına kadar çay içerdik. Bu kısmını başka bir yazıda yazarım bir gün. Çünkü dayımın yazılacak çok şeyi vardı.

Nihayet hafta sonu oldu ve ben yine dayımın yanına gittim. Aklıma takılan o soruyu sormaya karar verdim. Dayımla buluştuktan ilk yarım saat sohbete başlamazdık. Çünkü o taze çay demleyecek, sohbete sonra başlayacaktı. Bekledik. Ve taze demlenmiş ilk çay bardağı, daha dumanı üzerinde iken önüme kondu. Ben yutkunarak, “Bir sorum var” dedim.

Dayım çayından bir yudum aldıktan sonra, bana doğru baktı. Bu soruyu soracağım anlamına geliyordu. Ona “Dayı, bana üç kişi arkadaş olma, fikir ayrılığı sırasında geriye kalan bir kişi kendini

yalnız veya dışlamış hisseder demiştin. Bu durum beş kişi olunca da olmaz mı” diye bir nefeste sorumu sordum.

Dayım çayından bir yudum daha aldı ve “Beş kişi fikir ayrılığına iki ihtimalli düşer. Ya üçe iki olursunuz, ya da dörde bir. Üçe ki olunca iki kişi kendini yalnız hissetmez. Çoğunluğa uysa da kendi gibi birinin daha düşündüğünü bildiğinden yalnızlık hissi taşımaz” dedi. Çayından bir yudum daha aldı ve sustu.

Biraz bekledim. Daha ilerisi gelmedi. Demek benim sormamı bekledi. Ben de “Ya dört kişi bir yerde, biri tek kalırsa” dedim.

Bu sefer çayını yudumlamadan cevap verdi. “Beş kişinin dördü aynı düşünüp biri faklı düşünüyorsa onların yanında ne işi” var dedi.

Öyle dedi işte…