Bugün, 24 Nisan 2024 Çarşamba

B.Rahmi ÖZEN


UÇUK DUDAĞINDA MERCAN MERCAN KAN, SOLUK ŞAKAĞINDA İNCİ İNCİ TER

UÇUK DUDAĞINDA MERCAN MERCAN KAN, SOLUK ŞAKAĞINDA İNCİ İNCİ TER


Sevgiye yaban kalmamış bir yürek aranıyor.
Sevgiyi arayan kadının çığlıkları, şimşek keskinliğinde bölüyor, dünyayı.
Yalvarma gücü tükeniyor ve yığılıyor, münkirin ayaklarına...

Binlerce akrebin kıskacında tutsaktır, arzuları. Çığlığından renklerin canı çıkıyor.
Bebeler, kahroluyor. Çocuğunun son nefesi, kendi yalnızlığının kefenine sarılı, yüreği göz pınarlarına yüklü, kadıncağızın...

Büyülü camdan bütün dünya seyretti kadının bu öyküsünü. Koca dünya, hiç konuşmadı, o günden sonra.
Bin bir ısrarla; “Ne olur, konuş!”  Dediler.
Konuşmadı.

Önünde diz çöktü bebeler, yine  konuşmadı.
Her şey sustu, taş kesildi.
Güneşi, gözlerine doldurur gibi göklere baktı, kadın. Sonra viran olmuş evine yöneltti, buğulu gözlerini. Birkaç adım attı; gözleri güneşle ısınmış da, buzları çözülmüş gibi sulandı. İki damla yaş, yanaklarından iz bulup köz olmuş toprağa düştü.
Oğul hasretinden deli divane kadın gibi içinde akan ırmakta acıyı yıkadı, kadın. Öbür analar da... Ağıtlar dökülürken toprağına; közleşmiş yanakları seyridi, ipil ipil. Ulu nehirler küçülmüş, yanaklarına konmuştu sanki. Derin çizgilerine yaşlar doldu, yüzüne yapışmış nehrin. Göğün iri boşluğuna özlem savrulurken; kadının grileşen ıssızlığında sayrı gibi bir şey üstüne yürüdü. Gözlerini kırpıp gökyüzüne baktı, bir boy... Toprağının güneşi, sanki alev alev fışkırıyordu, o dem. Münkirin yaktığı ateş yetmiyormuş gibi şimdi bastığı tutsak toprağı yakıyordu, ayaklarını; fırın taşı gibi.

Kırpmasız bakışlarını gök kuşlarından koparamadı, kadın.
Bir sevgi seli yükseliyordu, narin yüreğinden kuşlara doğru. Masalların Anka`sı olup onlarla kanat kanada uçmak istedi, mavi katmanlara. Lakin tıpkı kadın gibi; toprakta ağaç, gökte bulut tedirgindi. Ve gül dalında bülbülün yüreği zarı zarı kanıyordu.
Münkir, basıp gelmeden gitmeyi yeğledi, kadın. 

Deli, divane, sert ve sıcak bir poyraz esti, yeniden. Kadının iliklerine işledi. Tekrar sürükleyip götürürdü, onu bilenmezliklere.
Karanlığı bürüdü, gecenin.
Arş titredi, yıldızlar selama durdu gecenin büyüsünde. Dolunaydan kopan bir ışık, toprağında avize gibi siyim siyimdi. Nurdan bir taç gibi parlarken dolunay; tutsak toprağı özlemle yandı barışa kucak açarak. Fazla sürmedi; kaybolup gitti, bulutlar arasından dolunay. 

Toprağının kararmış yüzünü, kara bir çarşaf gibi örten bulutlar, kadının umutlarını uzaklaştırdı. Ve yüreğinde soğuk bir el yürümeye başladı, kadının. Üşüttü, nazenin düşlerini. Düşleri üşürken birbirine vurdu kadının dişleri. Ürperdi kadın, kan emen münkiri karşısında görünce. Toprağa düşen her damla kanda kaybolurken umutları; içindeki zindan arşın arşın uzadı. Zindana eşlik eden bir hüzün büyüdü, altın yüreğinde. Yalnızlığı, yüreğini böldü, dirhem dirhem.

Düşe kalka ulaşmak istedi, emeline. Enginlerin zirvesine bakmak için elini gözlerine siper etti. Uzak ufuklara yöneldi bakışları. Sisler içindeki hayal ettiği gölünde yüzen kuğulara karışmış hissetti, kendini. Sonra oradan kanatlanıp yıldızlara doğru; buudu sonsuz mavilikler içinde özgürlüğe kanat germek istedi. “Ah, özgürlük!” diye inledi, kadın. Başını çekip giderken; bir kıvılcım, diliyle yalayıp geçti, düşlerini. Çekildi, bedeninden kanı ve kesildi, bacaklarının dermanı. Ne gölde yüzen beyaz kuğu katarına ulaşabildi, ne buudu sonsuz mavilikler içinde özgürlüğe kanat açabildi. Gün ortasında gözleri, büyük bir karanlığa açıldı, kadının. Mırıldandı, huzura hasret dudakları: “Benim özgür toprağım yok gayri!” dedi.

Pırıl pırıl güneşin önüne kapkara bir bulut; sayrı gibi dikilmişti.