Bugün, 23 Nisan 2024 Salı

Zeki ORDU


URLU ARMUT

URLU ARMUT


Ordu’da fındık dışı gelir getirecek tarıma dayalı bir mahsul yoktu. Sahile yakın kişiler fındığın dışında balıkçılık ile de iştigal etmeye başlayınca yeni bir gelir kapıları daha olmuş oldu.

Artık fındık ikinci dereceden bir gelir kaynağı olmaya başladı. Zamanla göç veren yerler, gurbette kendilerine yeni iş sahaları bulunca, senede bir gelip hem tatillerini geçirip; hem de aile bütçesine katkıda bulunmak için miras yoluyla epey küçülmüş olan yerlerdeki fındığı hasat etmeye başladılar.

Fındığın dışında diğer meyveler ticari değildi. Bahçelerde rastgele yerlerde bulunan elma, armut, incir, kiraz, kestane ve bazı meyve ağaçları yılın belli mevsiminde meyvelerini verir, yer sahipleri yeter miktarda faydalanarak bir sonraki seneyi beklerdi.

Kısaca bir yerlerden satın almadan tarlalarımızda bulunan meyvelerden istifade ederdik.

En çok bulunan meyve ağacı elmaydı. Zaten onların bazı türleri sandıklarda veya tavan aralarında samanlarla muhafaza edilirdi. Özellikle kış aylarında naftalin kokulu sandıklardaki fındık ve elmalar akşam misafirlikleri için önemli bir ikramdı.

Bizim bahçede de bazı meyve ağaçları olurdu. Ancak amut ağacımız çok yoktu. Zaten tarlalarımızda az bulunan bir meyveydi ve bize önemli geliyordu. Bir iki tane olan armut ağaçlarını önce yere dökmeden toplardık. Dökülen meyvelerin darbeyle yere düştüğü için ezilen yerlerinde çürümeye başlıyordu. Ondan dolayı saklayacağımız armutları dalından koparak alırdık.

Tez zamanda tüketmeyi düşündüğümüz elma ve armutları dallarını sallar dökülenleri yerden toplardık. İster yerden toplanan, ister dalından koparılarak toplanan meyveler olsun rahmetli dedem onları da bir kontrolden geçirirdi.

Bazı meyvelerin “uru” olurdu. Ur denilen şey ya bir sivilce gibi çıkıntı, ya da sert bir çukurdu. Yani meyvenin tabiatına uygun olmayan bir şeydi. Dedem üzerinde “ur” olan meyveleri bize yedirmez, hayvanların yiyeceğine katardı.

Yapısında bir fevkaladelik olan o meyveler için “hastalıklı” derdi dedem. Ve o hastalığın besin yoluyla bize de “geçebileceğini” söylerdi.

Tabii o zamanlarda meyveler ticari olmadığından budama, gübreleme, ilaçlama yapılmazdı. Yalnız bir yerlerde bitmiş olan meyve ağaçları aşılanırdı. Özellikle elma ve armut aşıları yapılırken dikkat edilirdi. Elmayı armuda; armudu elmaya aşılamak “caiz” görülmezdi. Dedem “Meyveye ve canlıya saygı göstermeli, her canlı kendi türüyle eşleşmeli” derdi. Böylece hem elmaların, hem de armutların neslini korurdu. Zaten bizim köyde herkes öyle yapardı.

Bahçelerimizde şimdi de meyveler ticari değil. Tarlalarımızda meyve ve diğer ağaçlar azaldı. Artık meyvelerimizi satın alarak temin ediyoruz. Üstelik üzerinde “ur” falan da aradığımız yok. Adından sıkça bahsedilen “hormon” denilen kimyasal maddelerin, yıllar sonra yine para vererek bizlere eczaneden hangi ilaçları aldırdığından bile haberimiz olmuyor.

Dedem şimdi yaşamıyor. Tabii akranları da. Ancak tarlalarımızda kendiliğinden olan meyvelerin tadına hasret kaldık.

Ya ağzımızın tadı kaçtı, ya da yediklerimizin. Hangisi olursa olsun bu işin içinde bir “yavanlık” var.

Cümle geçmişlerimize rahmet olsun…