Bugün, 25 Nisan 2024 Perşembe

Selim EROĞLU


ÜZERİNE GÜNEŞ DOĞMAYAN HACI EŞREF

ÜZERİNE GÜNEŞ DOĞMAYAN HACI EŞREF


    Köyümüzün bir ulu çınarı daha Rahmet-i Rahman’a kavuştu.
    Fani hayatını tamamladığında yaşı bir asra yaklaşmıştı. Son anına kadar enerjisini, yaşama arzusunu muhafaza etti. Kendi kendine yeten bir anlayışı vardı. Kendi işini kendi görmeyi, elden ayaktan düşmemeyi, kimselere muhtaç olmamayı hep arzu ederdi. Duaları kabul oldu.
    Köyümüzün en çok tanınan, bilinen eşrafıydı. Kocamanlı olduğumu söylediğimde ‘’Hacı Eşref nasıl, yaşıyor mu’’, diye sual ederlerdi.
    Onun 120 yıl yaşama arzusu ve duası meşhurdur. Bunu, kendini tanıyan herkes bilirdi. “Nasılsın, iyi misin, sağlığın, sıhhatin nasıl” dediğimizde “Allah’tan 120 yıl istedim, geriye 30 kaldı, çok şükür iyiyim” diye cevap verirdi. Çok nüktedandı. Adeta köyümüzün Nasrettin Hoca’sıydı. Her konuşması, her cevabı hikmetliydi. Kinayeli, mecazlı ve imalı konuşmayı çok severdi ve deçok güzel becerirdi. Öfkeyle kalkan zararla oturur, sözünün canlı misaliydi. Sinirlendiğini, öfkelendiğini gören olmamıştır. Belki belli etmeden kızdığı olmuştur. Akranları onun sakin sakin konuşmasına, kızmamasına, çok kızarlardı. Çok uğraşmalarına rağmen kızdırmayı başaramazlardı. Kızarak konuşların yüzüne karşı “şeytanın esiri olmuşsun, Allah yardımcın olsun, bir beşer olarak ben ne yapabilirim ki,’’ diye cevap verirdi.
    Onun 120 yıl yaşama arzusuna kızanlar olurdu. “Öyle şey mi olur, öyle dua mı olur” diyenlere, ‘’ben sizden bir şey istemiyorum, ben Allah’tan istiyorum, size de lazımsa siz de isteyim” diyerek sustururdu.
    “Ne kadar kaldı Hacı” dediklerinde, 120’ye ne kadar kalmışsa, hemen söylerdi. 32 kalmışsa anlayın ki 88 yaşındadır. Son görüşmemizde Allah’tan fazla istemişim, artık 120 değil, 100 istiyorum, 100 sene yaşamak yeter diyorum” diye mukabelede bulunmuştu. Duasının kabul olduğu kanaatindeyim.
    Tam bir namaz ehliydi. Namaz hususunda çok hassastı. Sağlığı el verdiği müddetçe namazlarını cemaatle eda ederdi. Ben şahidim, üzerine güneş doğmamıştır. Evinin yakınındaki mescide sabahleyin en erken o gelir, durumu müsait olup da sabah namazına gelmeyen herkese kızardı. Kızdığı tek husus buydu. Namaz sonrası, hemen evine çekilmez, namaza gelenlerle uzun uzun ayak divanı yapardı. Namaza gelmeyenler için , özellikle kendi çoluk çocuğu için üzülürdü.
    Tam bir sigara düşmanıydı. Sohbetlerinin birinci konusu namaz, ikinci konusu sigara idi. Sigaraya “avanak otu” derdi. Bunu, hiç çekinmeden sigara içenlerin yüzüne karşı söylerdi. “Dumanını yel alır, parasını el alır, zehri de sona kalır” sözünü çok kullanırdı. İki evliliğinden olan dokuz oğlunu sigaradan uzak tuttuğunu, hiç birinin sigara içmediğini büyük bir iftiharla söylerdi. Benim gibi uzun yaşamak isteyen sebeplere sarılsın, en azından sigara içmesin, tavsiyesinde bulunurdu. Sigara içtiğini bildiği kişilere “ateşin yanıyor mu” diye imalı sorular sorardı. Onun sayesinde, sigaraya hiç başlamayan, başladıysa da bırakan çok kişi olmuştur. Belki de hiç sigara içmeyişimde onun etkisi olmuştur. Kendisinden Allah razı olsun.
    O, ömrü boyunca “emr-i bil mağruf, nehy-i anil munkür’’ vazifesini ifa etti. Yani iyiliği emretti, kötülükten alıkoymaya çalıştı.
    Hata yapmayan iki insan vardır. O insan ya ölmemiştir ya doğmamıştır. Onun dışındaki herkes hata yapabilir. Şüphesiz, hepimiz gibi onun da hataları olmuştur. Konuşmalarını, tavırlarını, uygulamalarını, icraatlarını beğenmeyenler vardı, olmuştur. Kendisini, eleştirenlere, kınayanlara hiç aldırış etmezdi, gülüp geçerdi. Toplumun kınamasına hiç mi hiç aldırış etmezdi. O, kendi doğrularını uygulardı.
    Tembelliği hiç sevmezdi. İnsanların daima çalışmasını ve üretmesini isterdi. Bunu, kendi evlatlarında uyguladığına ben şahidim. Evlatlarının önce yerini yurdunu ayırır, rekabet ortamı içerisinde mücadele ederek üretici olmaları için gerekli şartları sağlardı.
    “Ayağını sıcak tut, başını serin, kendine bir iş bul, düşünme derin derin,’’ diyerek gençlere yol gösterirdi.
    Bekârlığa karşıydı. Bekârların evlendirilmesinin hem dini hem de sosyal bir görev olduğunu söylerdi. Evleneceklerde mal mülk aramazdı, ilk aradığı vasıf, namaz ve ahlaktı. Çoğu bekârın evlenmesine vesile olduğuna ben şahidim.
    Birçok kadim geleneği sürdürürdü. Güleryüz göstermek, herkesle muhatap olmak, alçak gönüllü olmak, selamlaşmak, musafaha yapmak, davetlere icabet etmek, yoksullara yardım etmek, çocuklara kayım şeker ve harçlık vermek… uygulamalarından bazılarıydı.
    Ehl-i sohbetti. Kızmadan, nükteli ve hikmetli sohbetlerini severdim. Zannederim o da beni severdi. İşi ben de ağırdan alırdım. Bu yazıyı sağlığında yazmak çok istiyordum. Nasip değilmiş.
    Her fani gibi o da baki olanı seçti. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. Baki olan Allah’tır.