Bugün, 27 Nisan 2024 Cumartesi

Selim EROĞLU


UZUN HİKÂYE

UZUN HİKÂYE


Bu hafta sizlere tanıtacağım kitap günümüzün en verimli hikâye yazarlarından Mustafa Kutlu’nun “Uzun Hikâye” adlı eseri.

Yazar eserine tevriyeli bir başlık koymuş. Günlük hayatta, bir iş uzun sürecekse veya anlatmak istemiyorsak “uzun hikâye” deyip geçeriz. Bu bir nevi “beni dinlemeye sabrın ve zamanın varsa anlatırım yoksa anlatmam, sormamış ol” demek isteriz. Yazar da kitabına bu manidar ismi layık görmüş.

Ben de aynısını söylüyorum. Uzun Hikâye’yi okumaya tahammülünüz ve zamanınız varsa anlatacağım, yoksa diğer sayfaya geçebilirsiniz.

Yazar, eserini 2000 yılında yayınlamış. Eser ondan sonra defalarca basılmış. Edebiyat aleminde klasik olmuş. Sonraları sinema dünyasının dikkatini çekmiş. Osman Sınav tarafından senaryolaştırılarak film haline getirilmiş. Filmin başrolünde hepimizin, bilhassa gençlerin yakından tanıdığı Kenan İmirzalıoğlu oynuyor. Milli Eğitim Bakanlığı hem eseri hem filmi bütün okullara tavsiye ediyor. Okulda ders amaçlı birkaç kez öğrencilerle birlikte seyrettik. Hem hoşça vakit geçirdik hem de dersler çıkarıldık.

Eserin adı her ne kadar “Uzun Hikâye” olsa da kendisi hacim olarak oldukça kısa. 114 sayfadan ibaret. Herkes bir solukta okuyabilir. Ben, biraz da mesleğim icabı, ikinci kez okudum.

Yazar, bizden ilginç bir konu seçmiş. Tamamen gerçekçi. İstanbul’un, Türkiye’nin, Anadolu’nun, bizim insanımızın konusu. Eser, buram buram Anadolu, tarih ve medeniyet kokuyor. Eseri okurken “bu mevzu bir yerlerden tanıdık geliyor” düşüncesine kapılıyoruz. Anlatılan ya biziz ya komşumuz ya akrabamız. Konu bildik tanıdık ama kurgu ve anlatım yazara özgü. Tamamen nev-i şahsına münhasır.

Eserin başkahramanı, Ali, dedesi Pehlivan Süleyman’la birlikte Bulgaristan’dan anavatana göç etmek zorunda kalmış bir delikanlıdır. Anası küçük yaşta ölmüş, babası da Bulgaristan’da kalmıştır. Zorunlu göç, yetimlik ve fakirlik ayrılmaz üçlü durumundadır. Ali, dedesiyle birlikte Eyüp’te bir gecekonduya sığınırlar. Kimseye muhtaç olmadan, kıt kanaat geçinmeye çalışırlar. Hayatları, hayata tutunmakla ve mücadeleyle geçer. Ali, güçlü, kuvvetli ve kalıplı birisidir. İcabında taşı sıksa suyunu çıkaracak güçtedir. Elinden gelen her işi yapar. Gönül ferman dinlemez, aynı mahalleden Münire’yi sever. Münire de Ali’yi sever. Münire’nin abileri, mahallenin bıçkın delikanlılarıdır ve belalıdırlar. Bu aşka karşı çıkarlar. Mahallede kiralık bir sinema işletmektedirler. Münire’yi öldüresiye döverler. Durumu haber alan Ali, Münire’yi kaçırmayı kafasına koyar. Münire de buna razı olur. İki yoksul ve kara sevdalı gencin aşkı tarihi sevdaların çağdaş versiyonu. Ali, Münire’yi kaçırırken aynı zamanda ağabeylerinden intikam alacaktır. Aynı gece sinemayı basar, ışıkları söndürür, eline mikrofonu alır, tarihi bir nutuk çeker ve sinemayı ateşe verir. Kaçış o kaçış. Meçhule kaçış. Sonunun ne olacağı belli değil. Uzun hikâyeye başlar. İş yok, güç yok, para yok, akraba yok, adres yok. Tirene binerler, bilinmeyen bir istasyonda inerler. Oradakilerin yardımıyla bir vagonu ev haline getirirler. İki gönlün bir olunca samanlığık değilse bile vagonun seyran olduğunu görmek isteyen, eseri okusun veya filmi seyretsin. Evlilik ve mutluluk dayanışmadır. Birbirlerini ölesiye severler. Yıllarca tencerede pişirip kapağında yerler. Bir çocukları olur. Mutlulukları daha da perçinleşir. İkinci çocukları olacağı zaman zavallı Münire ölür. Ali, oğluyla birlikte adeta bir çölün ortasında yapayalnız kalır. Tekrar trene binerek meçhule doğru giderler. Başlarına türlü haller gelir. Ali, oğluna kendi hikâyesini anlatır. Oğlu, babasına hayrandır ve babası gibi bir hayat yaşamak ister. Ali, bir iftiraya uğrar ve hapse atılır. Oğluna, kendisini düşünmemesini ve İstanbul’a gitmesini söyler. Oğlu, İstanbul’a gitmek üzere tirene biner fakat içindeki bir şes meçhul bir istasyonda inmesini söyler. Öyle yapar, meçhul bir istasyonda da iner ve meçhule doğru gider. Bundan sonra ne olduğunu bilen yok. Meşhur sözdür, “sonunu düşünen

kahraman olamaz”. Neticede kul kaderini yaşar. Bu sefer, benzer kaderi yaşamak Ali’nin oğlunun bahtına düşmüştür.

Okuyup da, hüzünlenmemek elde değil. Anadolu insanının asırlardır değişmeyen hayat mücadelesi. Hangimiz bu badirelerden geçmedik ki. Bu coğrafyada bizim insanımızın uzun hikâyesi bitmez. En iyisi en azından filmi seyretmek, hikâyesi kısa olanlara tavsiye etmem.