Bugün, 24 Nisan 2024 Çarşamba

Selim EROĞLU


VEHBİ’NİN MAÇI

VEHBİ’NİN MAÇI


Oldum olası ata sporuna meraklıyımdır. Öğrencilik yıllarımda amatör olarak güreşle meşgul oldum. Bütün güreşleri, bilhassa yağlı güreşi yakından takip ederim. Üç defa Kırkpınar’a gitmişliğim var. Hemşerimiz Kenan Şimşek başpehlivan olduğunda Sarayiçi’ndeydim.

Bir zamanlar Tercüman gazetesinde Murat Sertoğlu’nun pehlivan tefrikaları yayınlanırdı. Acaba Kel Aliço rakibini yendi mi diye ertesi günü iple çekerdim. Murat Sertoğlu, bana güreş merakının yanı sıra kitap okuma sevgisini kazandırdı.

Konuşurken, yazarken güreşten misal vermeyi severim. Bu özelliğimi bilen öğrencilerim zaman zaman ayak vermeyi severler. Ondan sonrası kendiliğinden gelir.

Mesleğimin ilk yıllarıydı. Gönen Anadolu Öğretmen Lisesi’nde görev yapıyordum. Bugünkü gibi hatırlıyorum, Vehbi adında güreşçi bir öğrencim vardı. Tembel değildi ama pek de başarılı sayılmazdı. Okulu temsilen birçok güreş müsabakasına katılıyordu. Bu yüzden derslere gelemediği çok oluyordu. Haliyle ders notları istenilen seviyede değildi.

Vehbi’nin güreşçi olduğunu biliyordum, duyuyordum ama hiç maçını seyretmek nasip olmamıştı. Bir gün derste Vehbi parmak kaldırdı.

- Buyur Vehbi, dedim.

- Hocam güreşi sevdiğinizi, güreşten anladığınızı biliyorum ama bu zamana kadar hiç maçımı seyretmediniz, dedi.

- Eee dedim, ne olacak?

- Hocam, bu hafta sonu, Isparta Spor Salonu’nda maçım var. Okulumuzu temsil edeceğim. Zor bir maç olacak. Bana moral olur, maçımı izlemeye gelir misiniz, dedi.

Bir an bile düşünmeden tereddütsüz Vehbi’nin davetini kabul ettim. Adresi ve maç saati bilgilerini aldım. Pazar günü davete icabet etmek üzere denilen yerde ve zamanda tribündeki yerimi aldım. Şimdiki gibi haberleşme imkânı yoktu. Vehbi, geleceğimi biliyordu ama geldiğimden haberi yoktu. Salon tıklım tıklımdı ve ana baba günü gibiydi.

Her okul, yüksek sesle kendi güreşçilerini destekliyordu. Seyirci açısından fakir sayılırdık. Ne de olsa il merkezi dışındandık. Aynı anda dört müsabaka birden yapılıyordu.

Zamanı geldi, Vehbi mindere çıktı. Belli ki gözleriyle beni arıyordu. Gürültüden sesimi duyuramadım.

Vehbi’nin rakibi çok güçlü çıktı. Vehbi’nin üste çıktığını hiç görmedim. Hep alttan güreşmek zorunda kalıyordu. Yirmi dakika kadar böyle geçti. Vehbi yenilecek gibi gözüküyordu. Bir an aklıma Murat Sertoğlu’nun romanları geldi. Durum vahimdi. Gittiğime pişman olmuş gibiydim. İşin sonunda ben de Vehbi de mahcup olacaktık. Bir şeyler yapmalıydım.

Vehbi tam köprü pozisyonunda tuş olmak üzereyken kendimi kaybettim ve avazım çıktığı kadar bağırdım. Bütün salon yankılandı.

- Vehbi, buradayım, yen, sana sözlüden yüz vereceğim, dedim.

O anda beklenmedik bir şey oldu. Vehbi, ıspanak yemiş Temel Reis gibi canlandı, bir anda köprü pozisyonundan kurtuldu, rakibini kaptığı gibi tuş etti ve ayağa kalkarak beni selamladı.

İkimiz de zafere ulaşmıştık. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış. Rakip ve hocası, benim teşvik primi verdiğimi, haksızlık yaptığımı ileri sürerek hakem heyetine uzun süre itiraz ettilerse de netice alamadılar. Galip gelen ve mutlu olan biz olmuştuk.

‘Yüz’ çok işe yaradı. İşte “şunu yapana yüz vereceğim” değişimin temeli bu müsabakaya dayanıyor. ‘Yüz’ deyip geçmeyin. Mağlupken galip yapabiliyor.