Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Yılmaz İMANLIK


YAKAMOZ TOPLAYAN ÇOCUK


Sa­hil­de­ki eski bank­lar­dan bi­ri­ne ge­li­şi güzel otur­du kömür gözlü çocuk. Adı Ömer´di. Saç­la­rı kı­vır­cık kı­vır­cık, bı­yık­la­rı henüz ter­le­me­ye baş­la­mış­tı. Üze­rin­de kol­la­rı iyice kı­sa­lan siyah ile kah­ve­ren­gi­nin ka­rı­şı­mı bir kazak, yıl­la­rın üşüt­tü­ğü cılız be­de­ni­ni ısıt­ma­ya ça­lı­şı­yor­du. Ayak­la­rın­da es­ki­ci bir ih­ti­ya­rın ver­di­ği to­puk­la­rı kı­rıl­mış, de­ri­si so­yul­muş siyah bir is­kar­pin vardı. Yeşil ka­di­fe pan­to­lo­nu iyice sol­muş, diz­le­ri ne­re­dey­se yır­tıl­mış­tı.

Kömür gözlü çocuk kuş tü­yün­den bir ya­ta­ğa uza­nır gibi ken­di­ni bı­ra­kı­ver­miş­ti üze­rin­de banka rek­lam­la­rı olan ban­kın üze­ri­ne. Zira bu­ra­da her zaman boş otu­rak bul­mak zordu. Mar­tı­lar ge­çi­yor­du çığ­lık çığ­lı­ğa önün­den. İle­ri­de de­ni­zin üze­rin­de bir yerde top­la­nı­yor­lar, sonra ye­ni­den ses­ler çı­ka­ra­rak da­ğı­lı­yor­lar­dı hür ma­vi­lik­le­re doğru. Dalga ses­le­ri martı se­si­ne ka­rı­şı­yor, akor­du bozuk bir pi­ya­no­nun tuş­la­rın­dan ya­yı­lan cı­zır­tı­lı me­lo­di­ler gibi in­sa­nın ku­lak­la­rın­da ekşi bir tat bı­ra­kı­yor­du.

Son­suz bir de­vi­nim için­dey­di ge­mi­ler. O dev cüs­se­li ge­mi­ler uzak­laş­tık­ça küçük bir nokta gibi gö­rü­nü­yor­du de­ni­zin üze­rin­de. Biraz sonra da ufuk­lar ge­mi­le­ri yu­tu­yor­du koca ağız­lı bir ca­na­var gibi. Arada küçük ka­yık­la­rın ho­mur­tu­lu sesi du­yu­lu­yor­du akşam ala­ca­sın­da. Ka­yık­lar kağıt üze­ri­ne dö­kül­müş birer mü­rek­kep dam­la­sı­nı an­dı­rı­yor­du.


Hiç an­la­ma­dan ak­şa­ma demir at­mış­tı zaman. Mar­tı­lar dal­ga­la­rı terk etmiş, ka­rın­la­rı­nı do­yur­mak için ba­lık­çı ba­rı­nak­la­rı­nın kü­me­len­di­ği sa­hi­le git­miş­ler­di. Gök­yü­zün­de­ki ay şimdi altın bir tep­si­yi an­dı­rı­yor­du. Deniz iyice uy­sal­laş­mış, dal­ga­lar yor­gun­luk­la­rı­nı atmak için ha­fif­çe uy­ku­ya dal­mış­lar­dı. Şimdi ses­siz­lik atlas bir yor­gan gibi her ta­ra­fı kap­la­mış­tı. Bu ses­siz­lik as­lın­da Ömer´i ısı­tı­yor, içini ra­hat­la­tı­yor­du.

İşte o an?

De­ni­zin üs­tün­de ya­ka­moz­lar yine ken­di­ni gös­ter­me­ye baş­la­mış­tı. Kı­vır­cık saçlı çocuk he­ye­can­la bu anı bek­li­yor­du. Bu man­za­ra muh­te­şem­di. Ha­va­la­rın iyi ol­du­ğu gün­ler­de Ömer her akşam bu­ra­ya gelir ve ya­ka­moz­la­rı sey­re­der­di. Tek bir ha­ya­li vardı, ya­ka­moz­la­rı tek tek top­la­yıp cep­le­ri­ne dol­dur­mak. Çünkü onlar gök­yü­zün­de­ki aydan dam­la­yan birer altın par­ça­sıy­dı. Bir cep do­lu­su ya­ka­mo­zu olsa ken­di­ne neler alır­dı neler? Hatta ömür boyu ça­lış­mak zo­run­da bile kal­maz­dı. Şimdi bütün me­se­le o ya­ka­moz­la­ra ulaş­mak­tı. Ne yapıp ne edip on­la­ra ulaş­ma­nın bir yo­lu­nu bul­ma­lıy­dı.


Artık evine git­mek­te olan bir ba­lık­çı­nın dik­ka­ti­ni çek­miş­ti Ömer´in he­ye­can­lı hal­le­ri. Bir­kaç da­ki­ka­dır onu iz­li­yor­du. Sonra ya­nı­na gelip onun­la soh­bet etmek is­te­di.


-Hay­ro­la evlat, ne ya­pı­yor­sun bu­ra­da?


-Hiç dayı, ba­kı­yo­rum öyle.


-Ne­re­ye?


-Ya­ka­moz­la­ra.


-Ne dü­şü­nü­yor­sun peki?


-On­la­rı top­la­yıp cep­le­ri­me dol­dur­ma­yı.


İhti­yar, bir­kaç sa­ni­ye dü­şün­dü, ço­cu­ğun ya­nı­na otur­du.


-Na­sıl ya­pa­cak­sın peki bunu?


-İşte onu bil­mi­yo­rum. Sen bana yar­dım eder misin?


-Yar­dım mı? Nasıl?


-Ka­yı­ğın var mı?


-Evet.


-Beni ka­yı­ğın­la ya­ka­moz­la­rın ya­nı­na gö­tü­rür müsün?


İhti­yar bu zey­tin gözlü ço­cu­ğun ha­yal­le­ri­ni yık­mak is­te­me­di.


-Ne­den ol­ma­sın? Hadi gi­de­lim.


Çocuk se­vinç için­de otur­du­ğu yer­den kalk­tı. Bir­lik­te ka­yı­ğın ya­nı­na git­ti­ler. İhti­yar mo­to­ru ça­lış­tır­dı. Çocuk he­ye­can­dan
ye­rin­de du­ra­mı­yor­du. Ya­vaş­ça de­ni­zin or­ta­sı­na doğru açıl­ma­ya baş­la­dı­lar. Yal­nız tuhaf olan bir şey vardı, onlar git­tik­çe
ya­ka­moz­lar da uzak­la­şı­yor­du sanki.


-Daha hızlı gi­de­lim belki ye­ti­şi­riz, diye ses­len­di çocuk.


İhti­yar onu yine kır­ma­dan hı­zı­nı art­tır­dı.


Ol­mu­yor­du, ya­ka­moz­la­ra bir türlü ula­şa­mı­yor­lar­dı.


İhti­yar ka­yı­ğı dur­dur­du.


-Ne oldu dayı?


-Bak evlat, ya­ka­moz­lar as­lın­da de­niz­de değil senin göz­le­rin­de­dir. Sen gül­dü­ğün zaman on­la­ra zaten sahip olur­sun.
Cep­le­ri­ne onlar ken­di­li­ğin­den girer. Hatta kal­bi­ne gi­rer­ler. Yeter ki sen ya­şa­ma se­vin­ci­ni kay­bet­me.


Zey­tin gözlü ço­cu­ğun yüzü güldü bir anda. Demek ki ya­ka­moz­lar göz­le­rin­dey­di. Göz­le­ri­ni sım­sı­kı ka­pat­tı. Ya­ka­moz­la­rı
dö­kül­sün is­te­mi­yor­du göz­le­rin­den?