Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

Yılmaz İMANLIK


YAKAMOZ TOPLAYAN ÇOCUK


Sahildeki eski banklardan birine gelişi güzel oturdu kömür gözlü çocuk. Adı Ömer´di. Saçları kıvırcık kıvırcık, bıyıkları henüz terlemeye başlamıştı. Üzerinde kolları iyice kısalan siyah ile kahverenginin karışımı bir kazak, yılların üşüttüğü cılız bedenini ısıtmaya çalışıyordu. Ayaklarında eskici bir ihtiyarın verdiği topukları kırılmış, derisi soyulmuş siyah bir iskarpin vardı. Yeşil kadife pantolonu iyice solmuş, dizleri neredeyse yırtılmıştı.

Kömür gözlü çocuk kuş tüyünden bir yatağa uzanır gibi kendini bırakıvermişti üzerinde banka reklamları olan bankın üzerine. Zira burada her zaman boş oturak bulmak zordu. Martılar geçiyordu çığlık çığlığa önünden. İleride denizin üzerinde bir yerde toplanıyorlar, sonra yeniden sesler çıkararak dağılıyorlardı hür maviliklere doğru. Dalga sesleri martı sesine karışıyor, akordu bozuk bir piyanonun tuşlarından yayılan cızırtılı melodiler gibi insanın kulaklarında ekşi bir tat bırakıyordu.

Sonsuz bir devinim içindeydi gemiler. O dev cüsseli gemiler uzaklaştıkça küçük bir nokta gibi görünüyordu denizin üzerinde. Biraz sonra da ufuklar gemileri yutuyordu koca ağızlı bir canavar gibi. Arada küçük kayıkların homurtulu sesi duyuluyordu akşam alacasında. Kayıklar kağıt üzerine dökülmüş birer mürekkep damlasını andırıyordu.

Hiç anlamadan akşama demir atmıştı zaman. Martılar dalgaları terk etmiş, karınlarını doyurmak için balıkçı barınaklarının kümelendiği sahile gitmişlerdi. Gökyüzündeki ay şimdi altın bir tepsiyi andırıyordu. Deniz iyice uysallaşmış, dalgalar yorgunluklarını atmak için hafifçe uykuya dalmışlardı. Şimdi sessizlik atlas bir yorgan gibi her tarafı kaplamıştı. Bu sessizlik aslında Ömer´i ısıtıyor, içini rahatlatıyordu.

İşte o an?

Denizin üstünde yakamozlar yine kendini göstermeye başlamıştı. Kıvırcık saçlı çocuk heyecanla bu anı bekliyordu. Bu manzara muhteşemdi. Havaların iyi olduğu günlerde Ömer her akşam buraya gelir ve yakamozları seyrederdi. Tek bir hayali vardı, yakamozları tek tek toplayıp ceplerine doldurmak. Çünkü onlar gökyüzündeki aydan damlayan birer altın parçasıydı. Bir cep dolusu yakamozu olsa kendine neler alırdı neler? Hatta ömür boyu çalışmak zorunda bile kalmazdı. Şimdi bütün mesele o yakamozlara ulaşmaktı. Ne yapıp ne edip onlara ulaşmanın bir yolunu bulmalıydı.

Artık evine gitmekte olan bir balıkçının dikkatini çekmişti Ömer´in heyecanlı halleri. Birkaç dakikadır onu izliyordu. Sonra yanına gelip onunla sohbet etmek istedi.

-Hayrola evlat, ne yapıyorsun burada?

-Hiç dayı, bakıyorum öyle.

-Nereye?

-Yakamozlara.

-Ne düşünüyorsun peki?

-Onları toplayıp ceplerime doldurmayı.

İhtiyar, birkaç saniye düşündü, çocuğun yanına oturdu.

-Nasıl yapacaksın peki bunu?

-İşte onu bilmiyorum. Sen bana yardım eder misin?

-Yardım mı? Nasıl?

-Kayığın var mı?

-Evet.

-Beni kayığınla yakamozların yanına götürür müsün?

İhtiyar bu zeytin gözlü çocuğun hayallerini yıkmak istemedi.

-Neden olmasın? Hadi gidelim.

Çocuk sevinç içinde oturduğu yerden kalktı. Birlikte kayığın yanına gittiler. İhtiyar motoru çalıştırdı. Çocuk heyecandan yerinde duramıyordu. Yavaşça denizin ortasına doğru açılmaya başladılar. Yalnız tuhaf olan bir şey vardı, onlar gittikçe yakamozlar da uzaklaşıyordu sanki.

-Daha hızlı gidelim belki yetişiriz, diye seslendi çocuk.

İhtiyar onu yine kırmadan hızını arttırdı.

Olmuyordu, yakamozlara bir türlü ulaşamıyorlardı.

İhtiyar kayığı durdurdu.

-Ne oldu dayı?

-Bak evlat, yakamozlar aslında denizde değil senin gözlerindedir. Sen güldüğün zaman onlara zaten sahip olursun. Ceplerine onlar kendiliğinden girer. Hatta kalbine girerler. Yeter ki sen yaşama sevincini kaybetme.

Zeytin gözlü çocuğun yüzü güldü bir anda. Demek ki yakamozlar gözlerindeydi. Gözlerini sımsıkı kapattı. Yakamozları dökülsün istemiyordu gözlerinden?