Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Selim EROĞLU


YEDİK İÇTİK, İSRAF ETTİK!

YEDİK İÇTİK, İSRAF ETTİK!


Ramazan ayının en önemli anlarından birisi de iftar zamanıdır. Çoluk çocukla, aynı sofra etrafında iftarı paylaşmak eşsiz bir lezzet verir insana.

Sofranın başında bir zaman Allah emrettiği için yemiyorsun, bir zaman sonra yine Allah emrettiği için yiyorsun. Tam bir imtihan ve irade eğitimi.

Ramazanda güzelliklerden bahsetmek âdettendir. Olumsuzluklardan bahsetmek pek hoş karşılanmaz. Ben de azâmi buna göre hareket etmeye çalışıyorum. Lâkin her zaman öyle olmuyor. Bazen olumsuzlukları dile getirmek de uzun vadede hayra vesile olabiliyor. Anlatacağım olay bu kâbildendir.

Dört arkadaş cumartesi günü ilçemizin sayılı tesislerinden birinde beraberce iftar açmaya karar verdik. Ne olur ne olmaz diye telefonla önceden yerimizi ayırttık. Buna ne hikmetse bu tür yerlerde “rezerve” diyorlar. Önceden ayrılmış yer manâsına geliyormuş. Rezerve yerine “ayrılmıştır” denilemez mi acaba? Neyse bu konuya daha sonra temas edeceğim. Konumuza gelelim.

İftara yarım saat kala bize “ayrılmış” masada yerimizi aldık. Tesis yetkilileri bizi iyi karşıladılar. Kendilerine teşekkür ediyorum. Bizden başka iftar için gelen çok sayıda insan vardı. Çoğunu tanıyordum. Selamlaştıklarımız oldu. Salon tamamen doldu. Herkeste oruç tutmanın mutluluğu ve az sonra iftar açacak olmanın heyecanı vardı.

Yemekler açık büfe usûlüydü. Çorbalardan, yemeklerden, salatalardan, tatlılardan meyvelerden ne ararsan vardı. Sorduk, yeme içmede sınır yoktu. Tesis bu işi sanki para kazanmak için değil de Ramazanın yüzü suyu hürmetine hayır için yapıyor gibiydi.

İftara az bir zaman kala bütün masalarda aniden bir hareketlenme oldu. Büyüklü küçüklü herkes kalktı, eline büyükçe bir tabak aldı ve içine ne varsa doldurmaya başladı. Büyük bir telaş ve izdihâm vardı. Biz de ister istemez panikledik. Ya yemek kalmazsa ya da bazıları biterse diye.

Oldum olası kuyrukta beklemeyi sevmem. Kalkıp şöyle bir yemekleri kolaçan ettim. Herkese fazlasıyla yetecek kadar yemek vardı. Endişeye gerek yoktu. Arkadaşlara sabır tavsiye ettim. Bir zaman sonra ortalık sakinleşti. Herkes alacağını aldı ve masasına oturdu.

Biz de rahat rahat tabağımıza iftariyeliklerimizi aldık ve yerimize oturduk.

Zamanı geldi ezan okundu, top atıldı ve iftarımızı açtık. Huzur ve huşû içerisinde hep beraber hem iftar yaptık, hem de sohbet ettik. İftardan sonra çay ikram ettiler, afiyetle içtik.

Masa arkadaşlarıma, haddim olmayarak “kimse bizi zorlamadı kendi irademizle tabaklarımızı doldurduk onun için tabaklarımızda hiçbir şey bırakmayalım” dedim. Öyle de yaptık. Allah’ın emrine uyarak “yedik, içtik zirâ israf etmedik”.

Bir şeyi merak ediyordum. Herkes de bizim gibi kendi tabağına yiyeceklerini, kendisi almıştı. Bizim gibi yapıp yapmadıklarını merak ediyordum.

İnanın bütün masalarda yenilmeyenler yenilenlerde fazlaydı. Oldu mu şimdi. Hani yiyecek içecek fakat israf etmeyecektik. Üstelik herkes kendi iradesiyle tabağını doldurmuştu. Be oruç tutan kardeşim, seni zorlayan mı var. Yiyebileceğin kadar alsana. Bir yandan sevap kazanırken, öbür yandan günaha girmenin ne alemi var.

Burada büyük bir şuursuzluk var. Kusura bakmasınlar ama çoğu da “okumuş(!)” kimselerdi.

Üzüldüm. Durumu yetkililere de ilettim. Boyunlarını büktüler, “haklısın” dediler.

Yazmaya karar verdim; zirâ yazmasam Sait Faik Abasıyanık gibi deli olacaktım.

Herkese israftan uzak, hayırlı Ramazanlar ve hayırlı iftarlar diliyorum.