Bugün, 18 Nisan 2024 Perşembe

B.Rahmi ÖZEN


YİTİRDİĞİMİZ CENNETİN KOKUSU –II-

YİTİRDİĞİMİZ CENNETİN KOKUSU –II-


             Bayılıyoruz yaban çiçeklere… 
    Derenin sularına eğilip kuğular gibi su içiyoruz. O denli temiz ve berrak dereler.
    Günlerce bu görüntüden gözlerimizi ayırmak istemiyoruz. Bu tablonun tam karşısında sanki özene bezene üstüne gelip geçenlerin dinlenmesi için yapılmış bir taş kütlesi var. Bir geyik postu üzerinde orada oturup günlerce bu tabloyu seyretmek istiyoruz. Öylesine hoş...  
    Bir düzlük çıkıyor önümüze. Çadırımızı bu düzlüğe kurmak istiyoruz.
    Akşam olunca çadırımızın yanında çakallar ve öteki vahşiler, uluyacak mı düşüncesi taşıyor ekipten bazı arkadaşlar.
    Buralarda ceylanlar, dağ keçileri olurmuş, eteklerinde keklikler ötermiş. Niçin çakal, ayı, tilki ve kurt gibi yırtıcılar olmasın?
    Tam bu sırada ötüşmeye başlamaz mı keklikler. 
    Hepimiz birden susup dinlemeye koyuluyoruz. 
Dağlar, özgürlük demektir.  
    Buraya gelince, içimizdeki uzay boşluğu derinleşti.  
    Hayran hayran bakıyoruz karşımızdaki ormana. 
     Ormanın ve dağın; ruhumuzda uyandırdığı derin mutluluğu dile getiremiyor kelimeler.
    İçimizdeki yitik cennetin ruhumuza ferahlık veren yankısı adeta…
    Dört bir yandan değişik kuş sesleri geliyor. Akşam yaklaşırken belki kur yapıyorlardı yuvalarında birleşmek için.
    Ne güzel bir ses! Ses değil de bir çağrı sanki!
    Bu, özgürlüğün çağrısı…
    Ormandan güzel bir koku getirdi burnumuza, bu kuş sesleri. Tanıyoruz o kokuyu; betona teslim ederek yitirdiğimiz cennetin kokusu.
    Dağlar; insan için bir imgedir. Gezginlik bir imgedir.
    Aslında; aklımızı, irademizi kullanarak kentlerde de dağlara tırmanabiliriz.
    Şehirlerimize, çaldığınız ruhlarını geri verip egzoz kokusu yerine ormanların kokusunu soluklayabiliriz. Torna ve korna sesi yerine bülbül ve su sesleriyle ruhumuzu dinlendirebiliriz.
    Yazık ki; şehirlerin ruhunu elinden aldık egolarımıza tutsak olduğumuz için. Ruhlarını çalınca yaşadığımız kentleri, beton yığınlarından oluşan mezarlığa döndürdük.
    İnsan, yeniden kendine döner ve doğal sahnesindeki rolünü oynarsa,   tekrar ruhuna kavuşturabilir beton kentleri. 
        Bunun için, önce cennetini yitirdiğinin bilincine varmalı insan.
    Bir ortak duyguda birleştirdi bizi, doğa.  Meğer doğa, kendi güzellik ve gizemi karşısında insanların farklılıklarını önemsizleştirirmiş. 
    Doğanın temiz yüreğimde şu akşamın loşluğu ah!
    Gökyüzünde uçan kuşlar gibi yeğnileşti yüreğimiz.
    Özgürlük, doğal bir hak edişimiz olmasına rağmen kent saraylarımızı zindan ettiğimizin farkına varıyoruz bir kez daha.
    Burada akan sular bile bir mesaj gibi karşılıyor bizi.
    Güneşin batışını izlerken gümüş renkli bulutlar görünüyor batı ufkunda. Bütün kızıllığı ile ufuktaki bulutların arasına dalıp çıkan kartpostala çizilmiş bir kızıl yalım gibiydi göğün yüzünü kaplamış güneş. 
    Bu görüntü ne tatlı! Bütün kızıllığını toplayıp kaçıyor gözümüzün önünden.
Güneşin önüne dikilen bir bulutun silueti sanki çağ şövalyelerinin atlarına binip kılıç sallayışlarına benziyor.
    Gerçekten bir kartpostala yapıştırılacak kadar güzeldi güneşin rengi. 
    Görünmeyen, ancak hissedilen bir güç tarafından muhteşem kızıllığın önünde, beyazlığı ortaya çıkaran o temiz maviliğin içine büyüleyici bir güzellik monte ediliyor.
    Herkes, bu güzelliğe hayran baktı.
    Özümüzü kamaştıran bir yakut sanki gökyüzü...
    Süt beyazlığın içindeki mavilik, yerini loşluğa teslim ederken bizlere bu güzellikleri sunan Allah'ın kudretini anıyoruz.