Bugün, 27 Nisan 2024 Cumartesi

B.Rahmi ÖZEN


YÜREKTİ KONUŞAN

YÜREKTİ KONUŞAN


Çeksin güzelim, seni merhametli ellerim
Yeşersin gayri yerlerde sürünen hayallerin

Ah, bir can kurtarsa şu insanlar! 
Bir garibin sesini işitseler, ah! 
Şefkat, bir pınar olsa insanımızın gönlünde... 
O zaman umut, fidanlığını yeşertir çorak toprakta. 
Çiçekler açar merhametsiz sandığımız taşlar üstünde.
Ancak sevginin sihirli gücü kaldırabilir tırnaklarını kazma-kürek yaparak tonlarca molozların altından hayata 'merhaba' diyebilecek canları. 
O zaman hiçbir artçı şoku yaşamaz yürekler.  Her şokta yeniden solunur mutluluğun nefesi. Karanlığın ayazında ölüm kokulu havayı soluklamayı kim ister ki? 
Bir ana; sinesine basmıştı yavrusunu. Yenmeye çalışıyordu yoksulluğun acı korkusunu. Ne güzel betimlemiş şair, anneyi;
'Varlık sebebi anneye minnet
Annenin ayağı altında cennet...'
Neylersin; yaşadığımız bu topraklar sanki sinesinde kan ve gözyaşı biriktirmiş. 
Ağır bir kirlenmenin dayanılmaz kokusuna tahammül edememişti bu öğretmenin sinesi. Ve çatlamıştı beyin damarları. Bu buz tutmuş kaldırımların üstüne uzanıp insanlığa beden diliyle seslenmişti. 
Önce; sosyal, hukuksal ve siyasal depremlere tetiklenmişti bu toprakların yüreği. Bu kez, gecenin derinliğinde değil, radyolar ve televizyonlar; '19 Haberleri'ni vereceği an yakalamıştı sallantı. İşte haber spikerinin ses;
'Sussun diye babası tarafından gecenin ortasında dışarı atılan bir kız çocuğunu kurtlar yedi.' 
Ve göz pınarlarından akan sıcak damlalar, yakmıştı renkli camların karşısında görüntüyü izleyenlerin gözbebeklerini. Kor dağları, teslim almıştı vicdanları. 
Gariplerin acısını kucağına boşaltmak için gece gündüz durmadan çalışan iyilikseverler, bu kez Samsun'un Çatalarmut mahallesindeki bir gecekondunun basık tavanları arasında soluklanmayı, bu öğretmenin temiz vicdanına bırakmıştı. 
Mağdurların, yürekleriyle yaşadıklarını, mallarıyla ve bedenleriyle yaşamıştı bir zamanlar Anadolu'nun fazilet duygularıyla yarışan güzel insanları. Ülkenin tüm gönüllü kuruluşları, dernekleri ve vakıfları; kollarına verilen her yetimi, her yoksulu, her garibi bir hasret çiçeği gibi kucaklamıştı. Hiçbir şey yapamayanlar, acziyetin verdiği buruklukla Yaradan'a el açıp yaraların sarılması için sığınma talebinde yardım dilemişlerdi. 
Ve nicelerinin hıçkırıkları, vicdanlardaki hüzün tellerini tınlatıp coşturmuştu, derya gibi gözleri. Ağlarlardı insanlar, birbirlerinin dertlerine. Sular akardı gözlerden ki, Fırat ve Dicle'nin suları gibi...
Bir zamanlar bu ülkede, varoşlarda rüzgârın ıslak soluğu okşarken yetimlerin yalnızlığını, sıcak yuvalardan gelen sesler ne kadar anlamlıydı. 
Bugün, bir taraftan insanlık yerin dibine batarken, hiç farkına varılmayan güzel vicdanların güzelliği uzanmış da karlar üstünde çiçek açıyordu. Ona kardelen mi denirdi ne? 
Ve hep merak ettiğimiz 'İlâhi emanetin', henüz ölmediğini göstermişti kaldırımların kara sevdalı eşi. Yeryüzünden kalkıp gittiğini sandığımız insanlık duygusunun hâlâ dipdiri ayakta olduğuna tanıktı başındaki kalabalık. 
İnsan tanırsa kendini, böyle olayların gecelerinde bir anlamla coşardı yüreği. Unuturdu bireysel kaygılarını. Kurnazlığın yerini merhamet, nefretin yerini şefkat, düşmanlığın yerini kucaklaşma, öfkenin yerini gözyaşı alır o zaman. Irk kalmaz, renk uçup gider. Mağduru düşünme duygusu, feragat ve fedakârlık öne geçer.  
Yürekti karlar üstünde yatan ve yürekti şimdilerde ayağa kalkıp konuşan;
'Beni evime götürün çocuklar!' dedi. 'Girin kollarıma! Beni, evime götürün yavrularım!' 
Bitkindi. Dizlerinin dermanı bedeninden çekilip alınmıştı. Ayakta duramıyor, kuru bir dal gibiydi. Gözlerinin feri tükenmişti. Bedenini yerden kaldıracak bir ele muhtaçtı. Kendine en yakın öğrencilerini hissetti.
'Beni evime götürün yavrularım! Girin kollarıma!'
Kar yığınlarının arasında liseli bir genç kızın umudu filizlendiriyordu. Ana sütüydü, can suyuydu sunduğu bu bal şerbeti.  Ve Yaratan, beden içinde yürekte gizliydi. 
İnsanlık, yücelen onurunu bayraklaştırıp burçlara dikmek istediğinde; bir filizin dal budak salacak olan köküne bir damla su dökmeliydi. 
İyilikseverlerin güçlü bedenleri; 'bir can da biz kurtaralım' anlayışıyla geceyi gündüze katıp kucağını biraz da varoşlara akıtırsa nice susuzların susuzluktan çatlamış dudaklarına merhem olurdu. Umutsuz yığınları kucaklardı. Tozlu yüzleri silerdi. Karanlık dünyalara ışık olurdu. Solmaya yüz tutmuş yaprakları hayata döndürürdü.