Bugün, 20 Nisan 2024 Cumartesi

Selim EROĞLU


?ZİKA MİKROBU GİBİ


Keçi ile koyun ar­ka­daş ol­muş­lar, be­ra­ber­ce ge­zi­yor­lar­mış.


Geze geze, ka­rın­la­rı­nı do­yu­ra do­-yu­ra bir de­re­nin ke­na­rı­na gel­miş­ler. Bu­ra­dan kar­şı­ya geç­me­le­ri icap etmiş. İlk önce koyun işe ko­yul­muş. Bir ham­le­de de­re­den kar­şı­ya zıp­lar­ken kuy­ru­ğu ha­va­ya kalk­mış ve is­te­me­den edep yeri gö­zük­müş. Bu du­ru­ma şahit olan keçi baş­la­mış gü­le­rek ve alay ede­rek söy­len­me­ye:´´Edep ye­ri­ni gör­düm, edep ye­ri­ni gör­düm´´ di­yor­muş. Koyun ar­ka­da­şı­nın bu ala­yı­na daha fazla da­ya­na­ma­mış. Şöyle demiş:


´´Benim edep yerim bir defa is­te­me­den açıl­dı. Oysa senin ki de­vam­lı açık ya. Ben bir şey diyor muyum? demiş.


Bu hi­ka­ye­yi edep ehli bir hoca efen­di­den din­le­dim. Mevzu da ?kusur ve ayıp­la­rı örtme? üze­ri­ney­di. Son za­man­lar­da ayıp ve ku­sur­la­rı or­ta­ya dökme en büyük has­ta­lık ha­li­ne geldi. Her­kes bir­bi­ri­nin ayıp ve ku­su­ru­nu di­dik­le­mek­ten büyük bir haz alır oldu. Bu öyle bir şey ki zika mik­ro­bu gibi hızla ya­yı­lı­yor. Hiç­bir aşı da tesir et­mi­yor. Yeni aşı ge­liş­ti­ril­me­si zaman ala­ca­ğa ben­zi­yor.


Ba­kı­yor­su­nuz bir soh­bet mec­li­sin­de bi­ri­sin­den bah­se­der­ken ilk önce o ki­şi­nin ayıp ve ku­sur­la­rı mevzu edi­li­yor. Din­le­yen­ler, fren ya­pa­ca­ğı yerde gaza ba­sı­yor, baş­lı­yor onlar da o ki­şi­nin ayıp ve ku­sur­la­rı­nı or­ta­ya dök­me­ye.


Ne­ti­ce de be­şe­riz. Bazen benim de gayri ih­ti­ya­ri işi akı­şı­na bı­ra­kıp tempo tut­tu­ğum olu­yor. Son­ra­dan bil­dik­le­rim, oku­duk­la­rım, öğ­ren­dik­le­rim ak­lı­ma ge­li­yor, piş­man olu­yo­rum. Keçi gibi or­ta­da ayan beyan duran ku­sur­la­rım ak­lı­ma ge­li­yor. Vic­dan azabı çe­ki­yo­rum. Bize ne oldu böyle? Bir­bi­ri­mi­zin iyi yön­le­ri­ni gö­re­mez olduk. Kar­şı­mız­da­ki­le­rin ayıp­la­rı­nı gör­me­yi ma­ri­fet zan­ne­der hale gel­dik. Sor­sak ?de­di­ko­du, en büyük günah? deriz. Hani uy­gu­la­ma?


Ce­nab-ı Allah ?Kim ki bu dün­ya­da Müs­lü­man bir kar­de­şi­nin ayı­bı­nı ör­ter­se, yarın kı­ya­met günü ben de o ku­lu­mun ayı­bı­nı ör­te­rim? bu­yu­ru­yor. Vay bizim ha­li­mi­ze. Bu dün­ya­da da öbür dün­ya­da da rezil rüsva ola­ca­ğız de­mek­tir. O zaman ha­li­miz nice olur.


Şah­sen benim öyle ku­sur­la­rım var ki dile ge­tir­me­ye haya edi­yo­rum. Acaba ku­su­ru­muz çok ol­du­ğun­da mı hedef sap­tır­mak için baş­ka­la­rı­nın ayıp ve ku­sur­la­rı­na odak­la­nı­yo­ruz? Öyle ya, yılan kendi eğ­ri­sin gör­mez de de­ve­ye niye boy­nun eğri der­miş. Sırca evde otu­ran­lar kom­şu­la­rı­na taş atar­ken bir kere değil, bin kere dü­şün­me­li. Yoksa bir taşla ev­le­ri tuz-buz olur.


Mev­la­na, ?ayıp ve ku­sur­la­rı ört­me­de gece gibi ol? diyor. Ahmet Haşim en çok ge­ce­yi se­ver­miş. Çünkü gece benim ve bütün in­san­la­rın çir­kin­lik­le­ri­ni, ayıp­la­rı­nı ör­tü­yor der­miş. Gün­dü­zü yok ede­me­ye­ce­ği­miz bir ger­çek, en iyisi kim­se­nin kusur ve ayı­bı­nı gör­me­mek.


Asil insan, kendi kusur ve ayıp­la­rın­dan baş­ka­la­rı­nın ayıp ve ku­sur­la­rı­nı gör­me­ye vakit bu­la­ma­yan kim­se­dir. Ben şah­sım adına, asil insan olma yo­lun­da gay­ret et­me­ye niyet ettim. Bil­mem siz ne du­rum­da­sı­nız?