“Nihayet doğduğumuz yerlere yakın olan, nüfus çoğunluğuna rağmen az sayıda doktoru bulunan ve sağlık ocaklarına önem veren aydın insanların oturduğu, Samsun’un Terme ilçesine gitmeye karar verdik.
Terme, kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Canik Dağları’yla çevrili, sevimli, güzel bir ilçeydi. Denizden 3 km kadar içeri kurulmuştu. Kıyıları kumsallarla kaplı, denizi yüzmeye ve güneşlenmeye çok müsaitti. Dünyanın sayılı kavaklıklarından biri olan Terme Gölardı kavaklığı buraya ayrı bir değer kazandırıyor, ortasından akan Terme deresi (çayı) ise güzelliğine güzellik katıyordu. Halkı, fındık ve çeltiklikle uğraşan, cana yakın, samimi insanlardı. Dışardan gelen memurlara, bilhassa doktorlara çok saygılı ve kibar davranıyorlardı.
(…) O zamanlar otomobil sayısı şimdikilerdeki gibi çok olmadığı için çoğunlukla yürüyerek gidiyordu şehir içindeki hastalarına. Koskoca Terme’de iki tane özel otomobil vardı, taksi ise hiç yoktu. Şehirler ve köyler arası yolcuları minibüsler taşıyorlardı. Jet doktora bir araba lazımdı doğrusu. O yıllarda yeni üretilen ve yeni piyasaya sürülen ilk yerli arabayı tercih etti ve bir Anadol aldı. (…)
Termeliler modern düşünceli, sosyal ve yaşamayı seven insanlardı. Çeltikçilik ve fındıkçılık yaparak iyi de para kazanıyorlardı. Kadınları ziynet eşyasına pek meraklıydılar. Hemen hepsinin boyunlarını altın kordonlar, kollarını bilezikler, parmaklarını ve kulaklarını da tek taş pırlantalar süslüyordu. Son zamanlarda özel otomobillerin sayısı da artmaya başlamıştı. Üç eczanesi, üç pratisyen doktoru, küçük bir hastanesi, birkaç ilköğretim okulu, bir tane de sineması vardı. Yazlık ve kışlık olarak iki ayrı yerde hizmet veren Turan sineması, hepimizin en çok sevdiği ve gitmek için can attığı bir eğlence yeriydi. Fakat Ahmet, akşamları eve çok yorgun geldiği için biz bu eğlenceden çok seyrek faydalanabiliyorduk.(….)
Terme’de yaşamaktan çok memnunduk. Maddi, manevi her şey istediğimiz doğrultudaydı. Güzel bir evimiz, muayenehanemiz, iyi bir yardımcımız ve sıkı dostlarımız vardı. Kızımız Şule ile oğlumuz Cem, ilkokula gidiyorlardı. Ahmet de daha bir dinginleşmiş, hayata başka türlü bakar olmuştu. İç huzuruna kavuşmuş, yolunu bulmuş gibiydi. Dünya malında, parada hiç gözü yoktu. İnsanlara yaralı olabilmek, çocuklarını iyi yetiştirebilmek, ilim tahsil etmek ve tam bir mümin gibi yaşamaktan başka bir dileği yoktu.”
Dr. Ahmet Yaşar Mumcu'nun, Dr. Teoman Önaldı tarafından bestelenen ve TRT repertuarına giren bir şiiri: “Kalbim hasretle dolu, ruhum ağlar her zaman, Âlem eğlenip güler, gülemem hiçbir zaman, Bilmem, ne zaman gönül bu dertten kurtulacak, Belki benim baharım, açacaktır o zaman.”
(Suzan Mumcu, Kırk Yılın Penceresi, Okuyan Us Yay., İstanbul, 2009)