Bugün, 22 Aralık 2024 Pazar

B.Rahmi ÖZEN


ÇANAKKALE'DE İSMAİL OLMAK

ÇANAKKALE'DE İSMAİL OLMAK


 Çanakkale'nin can yüklü topraklarına baktığımda, Gelibolu gözlerimde damla damla yaş olur ve Ege'ye doğru süzülüp gider. Ben değilim gözleri ırmak olup akan memleketimin çilekeş haritasıdır. Ne zaman Çanakkale ve Gelibolu'ya dönsem yüzümü, Boğaz'ın köpüklü suları gümbür gümbür iman tahtamın kıyılarına vurur. Ardından çûşa kalkan martılar gibi kelimeler kanatlanır kalbimin ulu göğünden. "Hey Çanakkale!” derim. “Hey Gelibolu!” derim. “Onca yiğit sende Hakk'a yürümüşken, neden göğe şahlanmıyorsun? Neden, hicranlı gözyaşlarım gibi denize uzanıyorsun? Boğazın köpüklü suları kıyılarına vuruyor; Çanakkale! İki yüz elli beş bin can… Tam iki yüz elli beş bin tane can bu Çanakkale!" 
Ve yankıları hıçkırık olur, Gelibolu'nun. Akar gözyaşlarım gibi. Akar mazisine Çanakkale. Zaman, fırtınalara tutulduğumuz, rüzgârların yelelerimizi dağıttığı, aslan cesametimize tek dişi kalmış canavarın; "hasta adam" dediği zamandır, Çanakkale'm! Kara yürekli adamların kara ağızlarının ferman kestiği zamandır:  "Çanakkale'den İstanbul'a varalım; hançerimizi hasta adamın kalbine vuralım." 
Ve korkunç zırhlılarla yola çıkarlar. Kendilerinden emindirler. Hesaplarına göre havalar müsait olursa iki hafta sonra Boğaz'a demirleyeceklerdir. İstanbul'u aldıklarında kullanacakları paraları bile beraberlerinde getirirler. Banknotlar gemilere dizilir ve sandıklar ağlar. Bu hülyalarla İngiliz şilinglerine Osmanlıca "gümüş kuruş" yazılır. Bu demde hatt-ı sülüs ağlar. Havadisler yıldırım hızıyla yayılır; postanelerde telgraflar ağlar. İçimizdeki azınlıklar, haçlıları karşılama heyecanına kapılırlar.  Boğaz'a nazır balkonlar kiralanır; cumbalar ağlar. Zaman; cephelere savrulduğumuz zamandır. Yemen, Kafkasya, Galiçya… Şimdi de Çanakkale... Her evden bir yiğit...  Analar; 'Bu kaçıncı yiğit, vay balam! Ama yine de git yiğidim! Minareler ezansız, camiler Kur'an'sız kalacaksa sen de git, gülüm! Git aslanım, kaytan bıyıklı yiğidim!" der, son yongalarını uğurlar. Lakin yürektir bu; analar ağlar. Körpe yavrular koklanır, saçlarından bir tutam kesilir, hatıra için sarılır mendillere ve mendiller ağlar. Nice genç kızın muradı Çanakkale'nin yollarına dizilir, kaç nişanlının elleri veda ederken kaçının kınası ağlar.
Çanakkale içinde vurdular beni; 
Oy gülüm, ölmeden mezara koydular beni
Tiril tiril ağıtlar yakılır, buram buram şiirler söylenir ve türküler ağlar.
Yurdun dört bir yanından şehit namzetleri yürür Çanakkale topraklarına. Düşmanın alnına değecek yalın bir pala gibi, göğsüne inecek bir süngü gibi dizilirler siperlere. Artık geride ne ev-bark, ne çoluk-çocuk; ne ana, ne yâr kalmıştır. Hepsinin hayali, dökerek oluk oluk kanlarını, ya şehit olmaktır ya gazi… Ama ille de karış karış kutlu topraklarına al kanlarıyla "Çanakkale geçilmez!" yazarak…
Ve bir sabah Ege farklı bir tonda döver Gelibolu'yu; deniz hazin hazin kıyılara vurur, dalgalar ağlar. 
Sene; 1914 bir sonbahar günüdür... Gri renkli ölüm makineleri görünür ötelerden. O dem; ufuklar ağlar.  Korkunç zırhlılar menzilin dışında kalıp tabyalarımızı darmadağın ederken Mehmetçik hayıflanır; imkânlar ağlar. Yine de birer birer Boğaz'ın serin sularına gömülürler. Gelibolu'nun granit kayalarına çarpmayan kara gemiler, Mehmetçiğin altın göğsüne çarpar, paramparça paralanır. Boğaz'ın çılgın sularından kurtulan kara yürekli adamlar, şehitlerin al kanında boğulur. Ve bir bahar sabahı, Mecidiye tabyası darmadağın dağılır. On altı yiğit şehit olur. Durur mu geride Koca Seyit; ağlar.  Sonra "La havle ve la kuvvete" deyip okkalarca ağır mermiyi vinçler misali sırtlanır; vinçler ağlar. Merdivenlerini üç kere inip çıkarken kemikleri çatırdar Koca Seyit'in. Ve basamaklar ağlar. Tarihler 18 martı gösterirken, Ocean inci mercan gibi gözümüzün önündeki Çanakkale'nin serin sularını boylar. Denizin geçit vermeyeceğini anlarlar. Çıkarma yapmaya karar verilir; Çanakkale toprakları ağlar.
Ve dik başlı, açık alınlı kahramanlar geçer Çanakkale'nin altın topraklarından. İlk çıkarmanın Ertuğrul koyuna yapılacağı sezilir, Ezineli Yahya Çavuş gürler: "Vatanımın toprakları namusumdur. Düşman bu topraklara ayak basmamalıdır." Altmış üç neferle akşama kadar üç bin düşman öldürülür. Kahramanlar parmaklarını ısırır ve Zal oğlu Rüstem ağlar.