Son zamanlarda yeni bir moda peyda oldu. Türkçe kelimeleri İngilizce imlaya göre yazmak.
Terme'den Ünye istikametine giderken büyük bir işyeri tabelası görmüştüm 'çhorbaci' diye. Hayret etmiştim. İnanın uzun süre işin esrarını anlayamamıştım. Tabelalar çoğalınca buna da alıştırdılar bizi. İşin garibi bizim bu durumumuzdan İngilizlerin haberi yoktu. Sanatçı Basri'yi bile Basry diye yazmışlar. Böyle yazınca Basri İngiliz mi oluyor? Seyfy, Hayry, Kany üçlüsüne hiç girmiyorum. Onlar kendi haklarını savunurlar.
Buraya nereden geldim?
Bu garabete dikkat çekmek için usta yazarımız Mustafa Kutlu ''CHEF'' adlı hikaye-roman tarzında bir kitap yazmış. Kitabın yine yazar tarafından tasarlanmış ilginç bir kapak kompozisyonu var. Ayağında sarı kundura, bacak bacak üstüne atmış, elinde dumanı tüten cigara denize doğru uzanmış 'satmışım anasını bu dünyanın' pozlarında esrarengiz bir adam portresi. Muhtemeldir ki şef bu adam olmalı.
Öğrencilerin en çok sorduğu şef kelimesinin niye böyle yazıldığı. İlk başta izah etmekte zorlanıyorum. Çünkü sorunun cevabı kitabın tamamını okumaktan geçiyor. Hazır bilgi yeterli gelmiyor. Bazı cevaplara ulaşmak için emek sarf etmek gerekiyor. Şef niye shef olmuş? Bu sorunun cevabına ulaşmak için 214 sayfalık eseri büyük bir dikkatle okudum. Sonunda aradığım cevaba ulaştım. Yine de benim burada anlatacaklarım kitabı okumanın yerini tutmaz. Gerçek cevaba ulaşmak istiyorsanız sizin de Chef'i okumanız gerekir. Takdir sizin.
Kitap ilk defa 2005 yılında yayımlanmış. Üzerinden neredeyse 20 yıl geçmiş. Benim okuduğum 13. baskısı, 2022 yılına aitti. Yirmi yılda ne değişmişti? Chef , müdür olabildi mi? Çünkü kitap bittiğinde olamamıştı.
Biliyorsunuz toplumumuzdaki son elli yıllık hızlı değişimi en güzel şekilde eserlerinde dile getiren yazarımız hiç şüphesiz Mustafa Kutlu'dur. Onun eserleri bu değişimin belgeseli gibidir. Yazar adeta toplumun fotoğrafını çeker. Köyden şehre göç, kültürel değişim, ekonomik sıkıntılar, mahalleden apartman hayatına geçiş, bireyselleşme, dünyevileşme… onun eserlerinde hikaye tadında ele alınır.
Eser üç ana bölümden oluşur. Bu bölümler üç ana karakterin adlarını taşır. Hüseyin Hüsnü Şen (Chef), Arzu ve Özgür.
Bu, bir aile hikayesidir. Daha doğrusu bir aile örneği üzerinden toplumun geçirdiği değişim anlatılmaktadır. Seçilen isimler her zamanki gibi oldukça manidardır. Baba, Hüseyin Hüsnü Şen, geleneği; karısı Arzu, bitmez tükenmez dünya ihtirasları; oğulları Özgür ise güya çağdaşlığı temsil etmektedir. Ortada pek de bize benzemeyen bir aile modeli vardır. Bu aile modeli iç ve dış faktörlerin tesiriyle yozlaşmaya yelken açmıştır.
Özgürleşmek, bireyselleşmek telkinleriyle bir çatı altında birbirinden ayrı yaşayan , gittikçe ayrı dünyaların insanları haline gelen üç birey ortaya çıkmıştır. Baba, ana ve evlat kimlikleri unutulmaya yüz tutmuştur. Aile hayatı bireylerin özgürlüğünü kısıtlayan bir kafes haline gelmiştir. Gelinen noktada '' ben özgür bir bireyim, bana kocam ne karışır, bana karım ne karışır, bana anam-babam ne karışır'' gibi garip bir anlayış ortaya çıkmıştır. İşte 'CHEF' bunun tipik bir hikayesidir.
Hikayenin baş kahramanı Hüseyin Hüsnü Şen, shef olmuştur ama babalığını ve kocalığını kaybetmiştir. İşte bunun için şef değil de chef olmuştur.
Meşhur hikayedeki gibi '' ben sana shef olamazsın demedim ki şef olamazsın dedim'' mı demek istedi acaba yazar? Ben böyle düşünüyorum.
Kadının ismi Arzu. Hem de arzuları hiç bitmeyen bir Arzu. Arzu'nun arzularına ihtiras demek daha doğru olur. Gaye mutlu bir yuvayı inşa etmek değil de bitmek tükenmek bilmeyen dünyevi ihtiraslar olursa ortaya böyle garip bir durum çıkar.
Ailenin tek evladı olan Özgür, günümüzde gittikçe yaygınlaşan çarpık anlayışı temsil eder. Özgür, okumanın , kültürel değerlerin insanları sıktığını, körelttiğini ve yozlaştırdığını düşünür. Okumakla zengin olunmaz, düşüncesiyle tahsil hayatını yarıda bırakır. Tek hedefi para kazanmak ve zengin olmaktır. Bunun için her işi yapar. Çok zikzaklı bir hayatı olur. Kısa zamanda kemali de görür, zevali de. Lakin aile sıcaklığını, huzuru ve güveni kaybeder.
Aile fertleri dünyevi ihtiraslar uğruna coğrafi olarak da birbirlerinden uzaklaşırlar. Biri Hanya'ya gider, diğeri Konya'ya. Özgür'ün nereye gittiği bile belli olmaz.
Bu durum hiç de hayra alamet değildir. Bu gidiş gidiş değildir. Bu, yozlaşmadır. Bireyselleşeceğiz, özgürleşeceğiz diye kültürel kodlarımızla oynarsak felaket kaçınılmaz olur.
Şef , şef olmalı chef değil.
Şef , chef olursa biz biz olmaktan çıkarız.
En iyisi ''CHEF'' i okumak…