Değerli arkadaşım, eğitimci-yazar Mustafa Cemal Tomar, Allah nazarlardan korusun, kısa zamanda dördüncü kitabını yayınlamaya muvaffak oldu. Eserine “Vahyin ve Bilim Işığında Esintiler” adını vermeyi uygun görmüş. Makale, edebi olarak bilimsel mahiyette yazılar olsa da günümüzde köşe yazıları da bu adla tesmiye olunuyor. Demem o ki yazarın, yazılarına makale demekle bir beis yok.
Yazar, uzun zamandır konuşuyordu, herkes gibi ben de zevkle, şevkle ve heyecanla dinliyordum. Konuşmaları muhtevalı, doyurucu, akıcı ve etkileyiciydi. İçinde, uzun yılların, bunca yaşanmışlıkların birikimi olduğu belliydi. Bildiği konularda bir saat, bilmediği konularda iki saat konuşanlardan değildi. Belki de konuşmadıkları konuştuklarından fazlaydı. Duruşundan öyle anlaşılıyordu. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, konuşmadığı konu vardı ama konuşamadığı yoktu.
Tanışıklığımız, ahbaplığımız ve dostluğumuz uzun yıllara dayanır. Benim hasbelkader yazı yazdığımı biliyor ve yazılarımı ilgiyle takip ediyor, eleştirilerini çekinmeden ifade ediyordu. Kendisinde karşı konulamaz bir yazma iştahının olduğunu görüyordum. Bu iştahının heba olmasına gönlüm razı olmadı. Artık konuşmanın ötesinde yazmaya geçmenin tam zamanıydı. Söz uçar, yazı kalır. Ama iyi ama kötü, herkes konuşur ama sadece yüreği ve cesareti olanlar yazar. Yazmak, tarihe not düşmektir. Yazmak bir duruştur. Yazmak, kantara çıkmaktır.
Biraz da benim teşvikimle, Tomar, çeşitli mecralarda yazmaya başladı. Yazdıkça kendine geldi. Yazdıkça tekamül etti. Her konuda yazdı. Yazdıkça yazdı, yazdıkça coştu. Kabiliyetsiz insan yoktur, kabiliyeti keşfedilmemiş insan vardır. Şöyle de denilebilir, kabiliyeti köreltilmiş insan vardır. Kendisi bir makalesinde bunu açıkça ifade ediyor: '' Kompozisyon dersinde bize ilk önce sayısız kural öğretildi. Kurallara uymayınca öğretmenimiz bize, sizden yazar olmaz, dedi. Biz de bu ulvi (!) teşhise itibar ederek yazmaktan vaz geçtik. İşin öyle olmadığını anladığımızda yaşımız yarım asrı geçmişti'' diyor.
Yazar, kısa bir zaman önce tam üç ciltlik “Göz Ardı Edilen Gerçekler” adlı kitabını yayımladı. Bir nevi çoğumuzun yapamadığını yaptı ve muradına erdi. Bu arada, mütemadiyen yazmaya devam etti. Yazılarının zayi olmasını istemiyordu. İlk eserinden kısa bir zaman sonra biriken yazılarını “Vahyin ve Bilim Işığında Esintiler” adıyla kitap haline getirdi.
Makalelerimin içinde hayata dair her şey var. Her konuda yazılmış, imbikten süzülmüş yazılar. Artık yazarın üslubu oturmuş sayılır. Anlatımı, akıcı, duru ve en önemlisi samimi. İnandığını yazıyor, inanmadığını yazmıyor. Günlük hayatta, dost meclislerinde, havuz başında, Saathane Meydanında, Sayraç'ta, öğretmenler odasında… neyi konuşuyorsa onu yazıyor. Ekonomiden, eğitimden, sağlıktan, siyasetten, insan ilişkilerinden, aile hayatından, Türkiye'nin ve Dünya'nın gidişatından bahsediyor. Gezdiği yerleri, okuduğu kitapları, dinlediği sohbetleri, yaşadıklarını hem gerçekçi hem ironik tarzda ifade ediyor. Uzmanlık alanlarından en önemlisi de güncel dini meseleler. Dini meseleleri ele alırken ayetlerden, hadislerden, menkıbelerden, kıssalardan… çokça istifade ediyor. Çoğuna aykırı gelecek görüşler ileri sürmekten çekinmiyor. Fikirlerini dobra dobra ifade ediyor. “Kim ne der” düşüncesi hiç olmuyor. ''Kim ne derse desin ben diyeceğimi derim, dileyen katılır, dileyen katılmaz,'' düsturuyla yoluna devam ediyor. Bir anlamda yazılarıyla zülfiyare dokunuyor. Yazarken illaki suya sabuna dokunuyor, suya sabuna dokunmayan yazıyı yazıdan saymıyor. Hesap yapmayı, rakamlarla oynamayı, fikirlerini sayısal verilerle desteklemeyi seviyor. Verilerden hareketle genel kabullerin dışına çıkıyor. İnsanımızın aldatıldığına ve uyutulduğuna inanıyor. Yazılarıyla insanımızı uyandırmayı kendine vazife addediyor_. Bunu yaparken “söz vardır incitir, söz vardır incidir” diyerek, kendi sözünün de inci olmasına gayret sarf ediyor.
Yazar arkadaşım Tomar'ı -başta yazma cesaretinden dolayı- tebrik ediyorum. Başarılarının devamını diliyorum. Okuyucularının bol ve bereketli olmasını temenni ediyorum.
Okuyanlar çok şey kazanacaklar. Ondan eminim.