Bugün, 30 Ekim 2024 Çarşamba

Ahmet SEZGİN


“LOKMAN HEKİM” AHMET YAŞAR MUMCU

“LOKMAN HEKİM” AHMET YAŞAR MUMCU


 Terme'de 1970-1973 yılları arasında “Pratisyen Hekim” olarak; 1977-1979 yılları arasında da “Psikiyatri Uzmanı” unvanıyla özel muayenehanesinde insanlara şifa dağıtan, bütün Termelilerin gönlünde “Lokman Hekim” unvanıyla taht kuran, daha sonraki yıllarda da Samsun'da Ruh Sağlığı ve Hastalıkları (Psikiyatri) alanında insanlara hizmet veren,  Terme halkının hiç unutamadığı çok ender doktor ve insanların başında gelen Dr.Ahmet Yaşar Mumcu'yu yeni neslimiz hiç tanımaz. 
  Eğitimci eşi Suzan Tüter Mumcu, Dr. Ahmet Yaşar Mumcu'nun 2001 yılında vefat etmesinden sonra yazarlık yeteneğini keşfeder. “Hayat Bu İşte” isimli öykü kitabından sonra eşiyle birlikte yaşadığı hatıraları “Kırk Yılın Penceresi” isimli eserinde çok içten ve akıcı bir üslupla anlatır. 
  Bir gecede büyük bir heyecan ve zevkle okuduğum bu çok değerli eser sayesinde öğreniyoruz ki, Ahmet Yaşar Mumcu, yalnızca çok başarılı bir doktor ve sevilen bir gönül adamı değil; aynı zamanda kitap aşığı bir Müslüman aydın ve bazı şiirleri bestelenecek kadar iyi bir şairdir. Hak için halka aşkla hizmet yolunda ömrünü tüketen merhuma çok büyük bir sevgiyle birlikte özel bir hayranlık besledim.
 Yazar Suzan Mumcu'nun “Kırk Yılın Penceresi” isimli yapacağımız alıntılarla Termelilerin çok sevdiği Lokman Hekimleri merhum Ahmet Yaşar Mumcu'nun idealist doktorluğunu, aydın ve örnek şahsiyetini gözler önüne sereceğiz:
“Ahmet, resmi görev almamış, serbest muayenehane açmış ve kendisini çok sevdirmişti. Teşhis ve tedavileri o kadar yerindeydi ki, Termeliler ona Lokman Hekim lakabını takmışlardı.
     Hayatı boyunca en büyük zevki, kitap okumak ve seyahat etmek oldu. Türkiye'nin hemen her yerini adım adım dolaştık. Fakat her yıl İstanbul'a gidip sahafların kokusunu almadan yapamıyordu ve kütüphanesindeki kitapların sayısı da her gün biraz daha artıyordu. Bu arada tasavvufla da ilgilenmeye başlamış, ufku daha çok genişlemiş, hayata başka türlü bakar olmuştu. (…) Durmadan okuyor, okuyordu. İmam-ı Rabbani'yi, İmam Gazali'yi, Muhyiddin Arabi'yi, Şeyh Sadi'yi, Molla Cami'yi, Feridüddin Attar'ı, Sühreverdi'yi, Mevlâna'yı, İbrahim Hakkı'yı, velhasıl bütün hak dostlarının eserlerini yutarcasına okuyor, kendi hiçliğinde kendini arıyor, yolunu bulmaya çalışıyor ve çile çekip yanmaktan zevk alıyordu.
Aynen ortaçağda yaşamış bilim ve sanat adamları gibi musiki, edebiyat, tarih, botanik, kimya, astronomi dalında da geniş bir bilgiye sahipti. Şaşılacak kadar güçlü bir hafızası ve güzel bir konuşma yeteneği vardı.(…) 
    Çevresindekilere yardım edebilmenin, çocuklarına iyi bir baba, bana iyi bir eş ve yaradanına iyi bir kul olabilmenin gayretindeydi sürekli. (…)
Sokaktaki dilenciden yük taşıyan hamala, şehrin en zengininden en fakirine, en gencinden en yaşlısına herkes onun arkadaşıydı. Bu kadar büyük ve bir o kadar da güzel bir sevgi çemberini kırıp Terme'den ayrılmak ona da zor geliyordu pek tabii. Ama ihtisas yapmayı aklına koymuştu bir kere ve aklına koyduğu şeyden asla vazgeçmeyen bir karaktere sahipti. Eşyalarımızın toplanıp kamyona doldurulduğu son gün, insanlar ona bir kere daha muayene olabilmek için kuyruk oluşturmuşlardı ve pek çoğu ağlaşıyorlardı. Ben de böyle bir sevgi, böyle bir güven hayatta kaç kişiye nasip olmuştur acaba diye düşünüyor ve onun karısı olmaktan gurur duyuyordum.
 Kendisini bizzat tanıma şerefine nail olduğum, ailemin de çok sevdiği gönül doktoru, şair, münevver Dr. A. Yaşar Mumcu'ya Allah'tan rahmet; “Terme ve Termeliler, benim için çok özeldir.” diyen Yazar Suzan Mumcu'ya ve değerli ailesine sabırlar niyaz ediyorum.
     (Kırk Yılın Penceresi, Okuyan Us Yay., İstanbul, 2009)