Reşadiye'ye ömrümde ilk defa gittim. Topu topu üç gün kaldım. Belki tek başıma olsaydım canım sıkılabilirdi, farklı düşünebilirdim; lakin bu sürenin çoğunu gönül adamı Zeki Ordu'yla birlikte geçirmek Reşadiye'ye daha bir değişik bakmama vesile oldu.
Yanınızda kafa dengi bir gönül adamı olunca, konuşacak çok şey buluyor, zamanın su gibi akıp geçtiğinin farkına bile varmıyorsunuz. Bir defa, Reşadiyeliler cana yakın insanlar. Hoş sohbetler, cana yakınlar. Sorduğumuz her soruya suhuletle cevap veriyorlar, ters cevap vermek asla akıllarından bile geçmiyor. İkramda bulunmak için birbirleriyle yarışıyorlar. Hele, gazeteci-yazar-eğitimci kimliğimizi öğrenince “kayda geçirilecek” çokça malzeme veriyorlar. Nerede, nasıl kalacağımızı bile soruyorlar.
Ben gelmeden kaplıcadan yer ayırtmıştım. Yanına gittiğim Doktor Bey, telefon açarak bizim kendi misafirlerimiz olduğunu belirtti ki memnuniyetimi ifade edemem. Zeki Bey de Öğretmenevinden yer ayırtmış. O da memnuniyetini ifade etti.
Bu arada öğretmen arkadaşım İkram Şen'in bir an nereli olduğunu unutmuştum. Bu vesileyle Reşadiyeli olduğunu teyiden öğrenmiş oldum. Teberrüken memnun oldum.
İlçenin tarihi bir geçmişi var. İsmini Sultan Reşat'tan aldığı söyleniyor. Sultan Reşat'a istinaden Reşadiye ismini almış. Bir vadiye kurulmuş. Ortasından diyemeyeceğim, kenarından Kelkit Çayı geçiyor. Şehir, çayın bir yanında tek taraflı yerleşim yerlerine sahip, şehrin bir tarafı yok gibi. Çayın yanı sıra, Samsun-Erzincan yolu geçiyor. Yani şehir anayol güzergâhında. Yolun devamı Koyulhisar ilçesine varıyor.
Şehir kutu gibi. Her şey bir arada. Uydu kent yok gibi. Hafif meyilli bir arazi yapısı var. Bu da şehrin altyapısını kolaylaştırır diye düşünüyorum.
Belediye, Kaymakamlık, Merkez Camii, Alparslan Türkeş Parkı hep bir arada. Şimdilerde yıkılan Kaymakamlık binasının yerine yenisini yapıyorlar. Zeki Bey'le bunun hiç de doğru olmadığını sesli düşünüyoruz. Şehir, oldukça sıkışmış. Daha da sıkıştırmanın bir anlamı yok. Kaymakamlık için daha geniş bir alan düşünülebilirdi. Bizim düşündüğümüzü niye düşünmemişler bilemiyorum.
On bin civarında nüfusa sahip Reşadiye, Kelkit Çayı'nın kıymetini bilememişe benziyor. Çay, sessizce akıp gidiyor. Gerçi çay, istinat duvarlarıyla kontrol altına alınmış, hepsi o kadar. Hiçbir çevre düzenlemesi yapılmamış. Etrafta metruk vaziyette çok boş alan var. Buralara millet bahçesi yapılabilir. çay boyunca iki taraftan da km'lerce yürüyüş yolları yapılabilir. Reşadiye'nin denizi yoksa ırmağı var. Şehir düzenlemesi açısından bir Fatsa bir Ünye ayarında olabilir.
Şehrin iki yakasını sadece bir köprü bağlıyor. Bu da gelişimi engelliyor. Şehrin girişine ve çıkışına ayrı ayrı mimari harikası köprüler yapılsa ne kadar iyi olur. Nehir üzerinde köprüler arasında su sporları müsabakaları bile düzenlenebilir.
Reşadiye denince akla kaplıca geliyor. Yurdun muhtelif yerlerinde kaplıcalarda kaldım. Çok gelişmiş tesisler var. Reşadiye, kaplıca tesisleri açısından oldukça geri kalmış. Tesisler çok atıl. Başladığı gibi kalmış. Üzerine ilaveler yapılmamış. Hiçbir modernleşme yapılmamış. Yeni bir tesis yapıldığını söylediler.
Buraya özel sektör el atmalı. Afyon-Gazlıgöl'de bulunan devre-mülk sistemi buraya getirilmeli. Reşadiye, devre-mülk sistemi açısından çok uygun. Düşünsenize on gün süreyle buraya ailelerin geldiğini. Yıl boyunca büyük hareketlilik olur. Devre-mülklerinde kalan insanlar, günübirlik özel araçlarıyla çevreyi gezerler, incelerler, huzur ve neşe bulurlar. Çünkü etraf, yaylalarla, göllerle, kanyonlarla, yeme-içme yerleriyle dolu. Perşembe yaylasına bile gidip meşhur menderesler temaşa edebilirler.
Nereye gitsek önümüzde “Reşadiye Albümü” diye enfes bir kitap duruyordu. Yakından inceleme imkânım oldu. Bir resim öğretmeni arkadaş hazırlamış. Albüm, güzellikten geçilmiyor. Bu güzellikleri yaşamak lazım. Gez gez bitmez.
Bunun için kaplıcalara devre-mülk sistemi şart. Açıkçası Reşadiye'ye tam doyamadım. Aklım Reşadiye'de kaldı. Nasipse bir de kışın gitmek istiyorum.
Nasipse tabi.