Bugün, 19 Eylül 2024 Perşembe

B.Rahmi ÖZEN


VÜCUD ŞEHRİ, GÖNÜL ŞEHRİ

VÜCUD ŞEHRİ, GÖNÜL ŞEHRİ


 "Düştü özüme hubbü'l vatan, gidem hey dost deyu deyu" diye inleyen sevda erlerinin aradıkları şehir, fizik üstü şehirdir. Asıl sıla orasıdır. Bu fizik âlemde kurulan şehir, o kutlu şehrin bu dünyada taklidinden ibarettir.  Taklitse, hiçbir zaman aslın yerini tutmaz. Bu yüzden sıla hasreti, sevda sızısı, gönülden hiçbir zaman gitmez.                                       
            Bir ruh şehri vardır, içinde Yaratan'ın gizlendiği; bir de varlık şehri vardır önümüze serilen. Gözümüzün gördüğü, burnumuzun kokladığı, dilimizin tattığı, elimizin değdiği, ayağımızın yürüdüğü şehirdir orası.
Bir gönül eri, ruh şehri için: 'Vücudun şehrine bir dem giresim gelir, içindeki Sultanın yüzün göresim gelir,' diye düzer mısralarını. 
O gönül erinin ruh şehriyle, taşa toprağa bürünüp şehir diye adlandırdığımız şehirler arasında bir fark yoktur, aslında. Biri enfüsin, diğeri afakın şehridir bunların.
Tabiatın taşını, toprağını, suyunu, ağacını işleyerek kurarız şehirleri. Onlara, bedenimizin ve ruhumuzun ihtiyaçlarına göre şekil ve yön veririz. İnsan ihtiyaçlarının çeşitlenip arttığı, insan ruhunun en zengin eylemlerinin ortaya çıktığı mekânlar, şüphesiz ki şehirlerdir. Ruhumuzu haykıran cazip bir mimari, bedenin ihtiyaçlarını gideren zengin bir ticaret ve sanayi, türlü sanat alanı şehirler, kültür ve medeniyetin daha bir yoğun olduğu yerlerdir. İnsanın ruhu, kendini bu estetik ortamlarda yüceliğin merdivenlerine ulaştırırsa halifelik makamı onundur. 
Biz, önümüze serilen bu şiir güzelliğindeki tabiat manzumesini imar etmek için                
Yüce Yaratıcımızdan teslim aldık. Ve Yaratıcı, bizi bu şiirin ahengini, rengini, ses ve musikisini daha bir estetik ezgiye dönüştürmek için memur kıldı.
Yaratıcının bizden istediği, tabiat anayı, aklımızın ve kalbimizin diliyle konuşturmaktır.            
 Onun rengârenk nazenin güzelliğini keşfe çalışmaktır. Tabiat ananın mutlak sahibi, onu nasıl kullanmamız gerektiği hususunda bize birçok örnek sunmuş, öğreticiler ve yol açıcılar göndermiş ve ibretengiz dersler vermiştir. Yeryüzü maverasında ruh dünyamızı ortaya koymak ve insan olduğumuzu ispat etmek için bu bizim birinci görevimizdir.  Mevla'mızın ve Tabiat anamızın arzusu da budur. Yani onun çok renkli peyzajında halife olduğumuzu ispat etmek… Tabii ki onu bozmadan, incitmeden, kaybetmeden… Zira şu varlık sarayının küçücük bahçesinde kendi sarayını inşa eden insanın amacı, kendi imar faaliyetlerinden yola çıkarak, Mutlak Mimarı, yani Yüce Yaratıcıyı bulmak, anlamak ve sevmektir. O, örnek olsun diye bizim için sürekli yaratmaktadır, yapmaktadır.
Öz şehrinden bu imtihan yurduna sürgün edilen insanın asıl şehrini unutmaması, onu her dem hatırda tutması için o şehirden buraya bir işaret kondu. Bu işaret,  Beyt-i Atik idi. 
Beyt-i Atik; yeryüzünün en eski evi. 
Bu ev, şehirlerin anası olan Mekke'yi doğurdu. 
İnsan ve melek işçiliğinin eseri bu ev, yeryüzü şehirlerinin ilk çekirdeği, Arşın eteklerindeki Beyt-i Ma'mur'un bir gölgesiydi.  Şehirlerin Anası olan bu kutlu kent de diğer şehirleri doğurdu. Bu şehirden; faziletler medeniyeti yayıldı yeryüzüne. 
Yani gönül medeniyeti… 
Yüce Yaratıcı'ya teslimiyet ve dostluk medeniyeti. 
Yüce Yaratıcı'nın sevdiği ve sevildiği kutlu gönüllerin imar ettiği Sevda Medeniyeti… 
Bu medeniyet; Mutlak güzelin ve aşkın bulunup yaşandığı medeniyettir...