Bugün, 15 Nisan 2025 Salı

B.Rahmi ÖZEN


YERYÜZÜNÜN YÜREĞİ'NDEYİZ

YERYÜZÜNÜN YÜREĞİ'NDEYİZ


 Bugün, şehir olarak Mekke'deyiz, yer olarak Kâbe'deyiz. 
Kâbe, Mekke kenti içinde bir nur harmanı... 
Çevresinde, bembeyaz ihramlarıyla durmadan dönen, döndükçe nurlanan Müslümanlar.   Baharın neşe ve işvesini yaşayan kelebekler gibiler. Dillerinde Allah… Dillerinde dualar, zikirler ve talepler… Bir kenara kendini çekip inleyenler, gözyaşı akıtanlar…
Mekke büyüdükçe büyüyen, güzelleştikçe güzelleşen bir şehir ve Kâbe, şehrin tam ortasında bir sır harmanı… Dur yok, durak yok, günün ve gecenin her anı tavaf… Bir saniyesi bile tavafsız geçmeyen bir mekân…
Kâbe'nin sırrı, Âdem peygamberle başlıyor ve sırrını Âdem peygamberden itibaren hep koruyor. İlk inşası, İbrahim peygambere düşüyor. Yeryüzündeki şehirlerin anası sayılan bu şehirde Peygamber doğuyor, belli bir yaştan sonra Peygamberlikle görevlendiriliyor ve bir gün bu şehirden çıkartılıyor. O yönüyle maceralı ve Allah resulü o şehre tekrar dönünceye kadar boynu bükük, yüreği hüzünlü ve gözü yaşlı bir şehir.  Bu şehrin Kur'an'daki adı 'Bekke'dir.                                            
Burası dost dost diye inleyen sevda erlerinin aradıkları şehirdir. Hem fizik, hem fizik üstü bir şehirdir. Burada bir ruh şehri vardır; içinde Yaratan'ın gizlendiği; bir de varlık şehri vardır önümüze serilen.  Gözümüzün gördüğü, burnumuzun kokladığı, dilimizin tattığı, elimizin değdiği, ayağımızın yürüdüğü şehirdir.
Aslında burada ruh şehriyle, taşa toprağa bürünüp şehir diye adlandırdığımız fizik şehir arasında bir fark yoktur. İkisinden biri enfüsin, diğeri afakın şehridir.
Mekke de tıpkı öteki şehirler gibi tabiatın taşını, toprağını, suyunu, ağacını işleyerek kurulmuştur. Ona da bedenlerin ve ruhların ihtiyaçlarına göre şekil ve yön verilmiştir. İnsan ihtiyaçlarının çeşitlenip arttığı, insan ruhunun en zengin eylemlerinin ortaya çıktığı mekânlar, şüphesiz ki şehirlerdir. Ruhumuzu haykıran cazip bir mimari, bedenin ihtiyaçlarını gideren zengin bir ticaret ve sanayi, türlü sanat alanı şehirler, kültür ve medeniyetin daha bir yoğun olduğu yerlerdir. İnsanın ruhu, kendini bu estetik ortamlarda yüceliğin merdivenlerine ulaştırırsa halifelik makamı onundur. 
  İnsan, önüne serilen bu şiir güzelliğindeki tabiat manzumesini imar etmek için Yüce Yaratıcı'dan teslim aldı. Ve Yaratıcı, insanı bu şiirin ahengini, rengini, ses ve musikisini daha bir estetik ezgiye dönüştürmek için memur kıldı.
Öz şehrinden bu imtihan yurduna sürgün edilen insanın asıl şehrini unutmaması, onu her dem hatırda tutması için o şehirden buraya bir işaret kondu. Bu işaret, Beyt-i Atik idi. 
Beyt-i Atik; yeryüzünün en eski evi. 
Bu ev, şehirlerin anası olan Mekke'yi doğurdu. 
İnsan ve melek işçiliğinin eseri bu ev, yeryüzü şehirlerinin ilk çekirdeği, Arşın eteklerindeki Beyt-i Ma'mur'un bir gölgesiydi. Şehirlerin Anası olan bu kutlu kent de diğer şehirleri doğurdu. Bu şehirden; yeryüzüne faziletler medeniyeti yayıldı. Yani gönül medeniyeti… Yani Yüce Yaratıcı'ya teslimiyet ve dostluk medeniyeti. 
 Yüce Yaratıcı'nın sevdiği ve sevildiği kutlu gönüllerin imar ettiği sevda Medeniyeti… 
Bu medeniyet; Mutlak güzelin ve aşkın bulunup yaşandığı medeniyettir...                         
Hz. İbrahim, burayı ciğerparesi İsmail'ini hediye eden  Mutlak Dost'a vakfetmişti. Gerçek o ki Hz. İbrahim'in kendisi de bir vakıftı. Bu dünyada kendisini  Allah'ın tuttuğunun şuurundaydı. Bütün varlık manzumesini, Yüce Yaratıcı'nın varlıkta tuttuğunu çok iyi bilincindeydi. 
Hz. İbrahim, meyvesi sonsuz nur olan bir tohum ekti, Mekke şehrine.
Cennet'i temsil eden, engin ruhlu insanların kurduğu aileler, cennet yurdu şehirler kurdular. İbrahim Ailesi, bu cennet ocaklarının en güzel örneklerinden biriydi. 
Mekke; kerim şehirdir ve selam sitelerinin anasıdır. Bu kutlu mekânda Hazreti Hacer; ayakları altında zemzem kaynayan anamızdır.