Bugün, 2 Temmuz 2024 Salı

B.Rahmi ÖZEN


YÜCE KİTABIN BÜYÜLÜ UFKU

YÜCE KİTABIN BÜYÜLÜ UFKU


Ulu Tanrı’m Kur’an’a
Oku diyerek başlar
Okumakla insana
Baş eğer dağlar, taşlar

 Yüce Kur’an’dır kitaptan maksadımız. 
Yani, sonu bulunmaz ufuklarda parıldayan müstesna ışık.  
Yani insanoğlunun düşünce atlasındaki ipekten sesi ve soluğu… 
Mü’minlerin yüreğinde sedef içinde inci olan o kutlu mucize yani.
O, insanlık ufkuna büyülü bir güneş gibi doğunca yüreklerin nazenin odaları birden mahyalaştı. Ve kâinatı şenlendirdiği an, bütün akıl sahiplerinin görüş açısı değişti. İnsanlığın önünü karartan kara bulutlar korku içinde kayboldu. Girince inci mercan odalarımıza; varlığın güzel endamı haleli bakışlarımıza konuk oldu. O dem, bütün eşya; zevk alınan bir ses ve dudak hazzının iklimine dönüştü. Sesinin duyulmasıyla gönül gözlerimize mercan mercan nurlar indi. Ol zaman ruhumuzun denizinde köpüren duygular ve duygularımıza tercüman olan dillerimiz, gönül göğünde aşk şarkıları söylemeye başladı.
Yine ol dem, nice bin senelerden beri çözüm bekleyen bilmeceler, iç içe problemler, hece hece çözülmeye başladı. O'nunla aydınlandığımız demden beri, her şey, ayın on dördü gibi ortaya çıktı. 
O, beynimizde ve dahi indimizde sağlam düşüncenin en saygın ve en kutsî önderi oldu. Yani doğru ifadenin ve mantıkî beyanın esası… Biz Mü’minler, O'nu semavî kitapların sultanı ve göz nurumuz belledik. Ve bildik ki; O’nu tasdik ve O’na tanıklık eden öncekiler, yeryüzü semasına bayraklar dikmek için gelmişlerdi. Her terennümde, ruhumuzda büyük inkılâplar meydana getirir. O’na söz sultanımız olarak bakarız. Önünde saygıyla eğilip dillerimizi yutarız. Karşısında el pençe divan dururuz. Bütün gönlümüzle, işimizle, aşımızla O’na yöneliriz. Billur bir şelale misali teşne sinelerimize boşalır, bağırlarımızı O’na açarız. Damlasını bile zayi etmemeye gayret gösteririz. 
O ki, bir hamlede asrın kudurganlarının bilcümle uğursuz hırıltılarını bastırmıştı. O ki; dimağımızda Kevser çağıltısı uyardı. O ki, sinelerimizdeki hicran ateşini söndürdü. O ki ruhlarımızda vuslat arzu ve ümidini coşturdu. Ebed arzusuyla yanıp tutuşan gönlümüz, O'nunla serinliğe kavuşur.
Yüreklerimizi nurlandırdığı günden beri; bütün tazelerin renklerinden soyutlandığı dünyamızda, her zaman terütaze kaldı. Varlık âlemine indiği günden beri, onca muhalif rüzgâra, sertleşen atmosfere, değişen şartlara rağmen orijinini hep korudu. Semavî kalabilen tek kitap vasfını O aldı.  Bundan dolayıdır ki yüce Furkan, ne zaman kendi lisanıyla heyecan köpüren sinelerimizden yükseliverse, ruhlarımızda semadan henüz inmiş bir ilâhî sofra ve Cennet'ten gelmiş bir demet turfanda hurma hissini uyarır.  Ne zaman özündeki cevherleri dağıtmaya başlasa; inanmış gönülleri bütün dünyevî servetlere karşı istiğna ufkuna yükseltir. 
O’na, ilâhî sözlerden nazmedilmiş bir beyan gerdanlığı desem; hata eder miyim bilemem?  O’na, varlığın haritasını resmeden incelerden ince bir dantelâdır desem günaha girer miyim bilemem? İmdi feryat ediyorum ki; O'nun sesinin duyulduğu tüm mekânlarda bütün ifadeler bir hırıltıdan başka ne olabilir ki? Şunu iyi bilirim ki, O yüce bayrağın dalgalandığı her yerde şeytanların başına taş yağmıştır.
Yüce Yaratanımız, iki cihan mutluluğunu O'nun ışığına ve önderliğine bağlıyor. O'nun vesayetine sığınmayan yolcular, yollarda kalır diyor. Şaşırtmadan ve yanıltmadan maksada ulaştıran en kâmil söz O'dur, diyor. 
O'nu kendi derinliğiyle duyanlar, duyulması gerekenleri duyup hissetmiş olur. Bilinsin ki; O'na yüreğini teslim edenlerin nazenin sesleri, her dem anbean meleklerin soluklarıyla iç içedir.