'İki dizim üstünde de olsa; sonu iniş ve mutluluk olan bu yokuşlu aşk yolunda yürümekten başka seçenek aramayacağım!'
Ovanın en güzide yerinde büyük bir konak... Konağa doğru at sırtında gelen bir adam… Atın bir iki adım gerisinde birkaç muhafız…
Adam, asil ve bilgelere yakışır yürütüyor, atını. Görenler; rüzgârın, ateşin, suyun ve toprağın sultanı sanıyor, onu... Kehribar kaftanı; inci ve mercanlarla süslenmiş, ipekle işlenmiş. Mağrur bakışlarına bakılırsa aşk ve ulvi hislerden habersiz…
Dünyalık... Beylere, paşalara ve dahi krallara yakışır tarzda yürüyor. Pir'imin, önünde durduğu ol şatafatlı konak, onun mülkü olmalı. Pir'imse akşamın bu vaktinde sığınacak bir mekân arıyor. Pir'imden şüphelenen atlı muhafızlar, öne atılıp soruyor:
'Kimsin, necisin?'
'Gezginim.' diyor, Pir'im.
'Nereyedir, bu gidiş?'
'Son nefesin bittiği yere.'
'O da ne demek? Yoksa köyünden mi sürüldün?'
'Bu topraklarda ebedi sürgündeyim. Bazen yazıda yabanda, bazen bir ağaç altında, bazen bir kaya kovuğunda geceler, nefesimin biteceği mekâna kadar yola devam ederim. Yastık ettiğim taşa iki kez baş koymam. Dağı, bayırı, ovayı, yedi iklimi gezer, Rabb'imin kâinat kitabını okur; ibret alırım.'
'Desene köksüz ve yurtsuz bir miskinsin?'
'Aynen buyurduğunuz gibi. Lakin ne kimseye buyuran, ne kimseye muhtaç… Bazen yağmur, bazen kar, bazen rüzgârım…'
'Güzel konuşuyorsun! Tatlı dillisin. İki çift sözünden anladığıma göre gerçekten yol yürümüş, insan görmüş, hikâyeler dinlemiş birine benziyorsun…'
'Patikalarda, çayırlarda, bayırlarda, dağda, ovada gezdim. Evlere konuk oldum, hanlara girdim. Meczuplarla konuştum, âriflere, âlimlere, bilginlere, ermişlere sordum. Mabetleri, türbeleri, mezarlıkları, viraneleri gezdim. Çileye kapanmışlarla tefekküre daldım. Ehl-i gönülle, zahitlerle, müritlerle zikir çektim. Her inançtan, her meşrep ve mezhepten insan tanıdım. Kimseyi hor görmedim, kimseyi yadırgamadım, kimseyi kimseden üstün tutmadım. Yaratan hatırı için yaratılmışı sevdim. Sefa sürenleri gördüm, sefalet çekenleri de. Yoksulluktan yıkılan köyleri, yağmursuzluktan çatlamış toprakları, kan akan ırmakları, yıkıma uğramış şehirlere uğradım. Kalbi incitilmişlerle, yüreği kanatılmışlarla, kenara itilmişlerle konuştum.'
Konak maliki:
'Sende anlatılacak çok hikâyeler var. Sevdim seni. Gel, bu gece misafirim ol! Biraz hikâye anlat bana. Biraz da ben, sana anlatayım.'
Hizmetçiler, Pir'ime sıcak keçi sütü, incir kurusu, Medine hurması sunuyorlar. Adamın, dağda davarlarını güden çobanları, harada atları, ekip biçilen toprakları, bölük bölük hizmetçileri var. Eskiden Elemdağı Rum eşkıyalarından biriymiş. Çalmış, çırpmış, yol kesmiş, ev soymuş. Onca insanın alın teriyle bu şatafatlı konağı yaptırmış. Emrindeki hizmetçilerin bazıları Hıristiyan Rum, bazıları Müslüman Türk…
Pir'im, konak maline gece boyu;'Çalab'ın yolunda yürümek; yürek işidir.' diyor.
Konak maliki;
'Senin bir kılavuzun var mı, bu yürüdüğün yolda?' diye soruyor.
Pir'im;
‘Kılavuzum Allah'ın kitabıdır.' diyor.