Bu sefer şehzadeler şehri Amasya'da tam sekiz saat zaman geçirdik. Bu zamanı dolu dolu geçirdik. Yeterli mi derseniz “evet yeterlidir” diyemem. Çünkü kaleye çıkamadık. Kral mezarlarına gidemedik. Elma bahçelerini, kiraz bahçelerini göremedik. Üniversitenin olduğu mıntıkaya hiç uğrayamadık. Buralar için ayrıca bir seyahat daha yapmak icap edecek.
Amasya, başta bir tarih ve kültür şehri. Tarihi mimariye tamamen sahip çıkmışlar. Yeşilırmak'ın bir tarafı boydan boya tarihi konaklarla dolu. Konaklar aslına uygun olarak onarılmış ve insanların hizmetine sunulmuş. Bu konakların kimi butik otel, kimi lokanta, kimi sosyal tesis. İsimleri bile tarih kokuyor. Hanedanlar Konağı, Şehzadeler Konağı, Çelebi Konağı, Hasekiler Konağı, Sultanlar Konağı, Valide Sultan Konağı ve daha sayamadığım yüzlerce isim. Şimdilik bu yakaya ecnebi isimler girememiş lakin girmesi yakındır diye endişe ediyorum.
Konaklardan birini Öğretmenevi yapmışlar. Tam köşe başında, köprünün ve ırmağın yanında, ırmak manzaralı. Buranın ırmağı, boğaz gibi. İstanbul'da boğaz manzaralı yalı ne ise burada ırmak manzaralı konak da o. Irmak manzaralı konaklarda bir kahve, bir çay içmek, Emirgan'da bir çay, bir kahve içmek gibi. Öğretmenevinin ırmak manzaralı balkonunda, sohbet eşliğinde çaylarımızı yudumluyoruz. Çayın değil ama manzaranın tadına doyum olmuyor. Çaydan aynı doyumu alamadık.
Yeşilırmak'ın kenarlarında küçük küçük işletmeler açılmış. Çay, kahve, simit, açma, börek gibi şeyler satıyorlar. Fiyat listesini tabelaya asmışlar. Yasa gereği olsa gerek, oldukça şeffaf davranmışlar. Çay, fiyatlar için bir ölçü veriyor. Çay, yirmi lira. Bir hesap ettik. Beş kişiyiz, ikişer çay içsek 200 lira vermemiz gerekecek. Pahalı geldi ve vazgeçtik. Yolun öbür tarafında geçtik. Gezerken mütevazı bir çay ocağına rastladık. Burada oturup hem çay içip hem sohbet etmeyi uygun bulduk. Bizden ve çaycıdan başka 70 yaşlarında bir adam daha vardı. Burada bir çay 10 lira. Elli metre arayla fiyatlarda yüzde yüz fark var. Niye böyle diye soruyoruz. Çaycı manidar bir cevap veriyor: “Orası ırmak manzaralı” diyor. Demek ki on liralık fark manzaradan kaynaklanıyor. İçerisi aynı zamanda çay deposu. Bütün terekler, dolaplar çayla dolu. Çaycı aynı zamanda bir markanın Amasya bayisi imiş. Güzel iş, hem çayı demleyip satıyor hem çayın kendisini satıyor. Bir taşta iki kuş vuruyor. Çaycıyı tebrik ediyorum. Adam, fizik itibariyle tam bir çaycı. Elli yaşlarında ve bir gram ağırlığı yok, tığ gibi delikanlı. “Bu meslek seni zinde kılmış; hem para kazanıyorsun hem spor yapmış oluyorsun” diye iltifat ediyorum. Demez olaydım, nazar değdi. Çaycı, yakın zamanda kalp krizi geçirmiş. Öbür tarafa gitmiş gelmiş. Yaşadıklarını bir film gibi anlattı ki ağzımız açık dinledik. Aslen Zileli'ymiş. Yirmi beş yıldır bu mekânda, bu işi yapıyormuş. İşinden memnunmuş.
İçerde oturan müşteri de Aybastılı çıktı. Öyle anlaşılıyor ki Amasya komşu illerden çok göç almış. Tam ortada yeni çıkan bir soba var. Küçük ve fazla yer kaplamıyor. Boruları ısıya dayanaklı camdan, camın içindeki kıpkırmızı alev ayan beyan görülüyor. Sobanın kendisi değil ama görüntüsü ısıtıyor. “Pelet” adı verilen sıkıştırılmış, zeytin çekirdeği büyüklüğünde bir çeşit talaş yakıyor. Günlük maliyeti 60-70 lira imiş. Fazla sayılmaz. 6-7 bardak çay parasıyla bu iş halloluyor. Bu nasıl şeydir ki yanan sobanın ateşi var dumanı yok. Haliyle çevre kirliliğine de yol açmıyor. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Bir yerde duman varsa orada ateş yanıyor demektir. Bu nasıl oluyor, ateş var duman yok? Fizik kurallarına aykırı. Bütün bilgilerim allak bullak oluyor. Çaylarımızı içerken bunu da müzakere ettik. İşin içinden çıkamadık. Biri bunu bana izah etmeli. Bilmece gibi, ateşi var dumanı yok. Bilin bakalım bu nedir?
Hasılı, çaycı bizden, biz çaycıdan memnun ayrıldık. Biz kendisini unutmadık. Onun için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Onca müşterinin hangi birini hatırlasın.
Şairin dediği gibi:
Burası bir handır, konan göçer.